Yaşam Haber Girişi : 28 Mayıs 2021 08:11

İzmir’in işgaline başka bir pencereden bakmak   

İzmir’in işgaline başka bir pencereden bakmak   

İzmir’in işgaline başka bir pencereden bakmak               Tahsin İŞBİLEN

Belgesel sinema yapanların temel sorunlarından biri, birçok uzmanlık alanıyla ilgili üretimler yapmak ve farklı konularda malumat sahibi olmaktır. Sinemacı her zaman kendisine bir tarihçi, sosyolog, antropolog hatta fizikçi ve biyolog bazen de edebiyatçı (buraya akla gelen disiplin, bilim, sanat eklenenebilir) olmadığını, sadece bazı enformatif bilgilere aracı olabileceğini hatırlatmalıdır. Bu yazıda söz konusu edeceğimiz aslında tarihçilerin alanı, belgeselcilerin değil.  Ama 15 Mayıs, İzmir’in işgalinin yıl dönümü, yaptığımız belgesel filmlerde ki tanıklıkları aklıma getirdi. Elbette bu tanıklıklara filmlerimizde Oktay Gökdemir’İn de içinde olduğu pek çok değerli tarihçi bir çerçeve çizdi. Bu tarihsel çerçeveler saklı kalmak koşuluyla, söz konusu tanıklıklıklarla biraz daha belki konunun dönemin insanları üzerinde ki yansımalarını aktarmaya çalışacağız.

Bu söyleşiler sırasında edindiğimiz tanıklıklar aracılığıyla, İzmir’in işgaline başka bir pencereden bakmak istedik.

Önce sözünü ettiğimiz genel çerçeveye ilişkin bir girdiyle başlayalım:  “Fransız İhtilali yakın dönem dünya tarihinde çok önemli sonuçlar getirmiş bir siyasal dönüşümdür. Çok dinli, çok kültürlü, çoketnisiteli, farklı hayat tarzlarının var olduğu bir imparatorluk modelinde, farklı kültürlerin yaşadığı bir imparatorluk modelinde, ihtilalin etkileri yavaş yavaş 19. Yüzyılın başından itibaren hissedilmeye başlanmıştır. İşte 1821’de Mora isyanı ile başlayan gelişmeler yüzyılın sonuna doğru imparatorluğun Balkan topraklarının hemen hemen tamamının imparatorluğun elinden çıkmasını da beraberinde getirmiştir. 20. Yüzyılın başında 1. Balkan ve 2. Balkan savaşlarıyla da bu süreç sonlanmıştır.” (Oktay Gökdemir)

1821 yılında Mora İsyanı sonrası Yunanistan krallığı bağımsızlığı kazanır. Bu konuda Yunan asıllı tarihçi Prof. George Mutafis söyle diyor:

“19. yüzyılın ortalarında, birtakım üniversitelerde yer edinmiş olan profesörler, entelektüeller, Yunan entelektüelleri üniversitelerin dışında da aktif olmaya başladılar. Bu görev o zaman için her nerede Yunanca konuşan ve baskı altında yaşayan nüfus varsa onları özgürleştirmek anlamına geliyordu. Yani bu Teselya, Makedonya, Trakya, Yunan adaları ve Batı Türkiye’deki yarım milyon insanı içeriyordu. “

Megali İdea adı verilen bu düşünce için Yunanistan milliyetçileri, Küçük Asya’da propaganda çalışmalarına başlarlar. Karaburun Saip köyünden 1907 doğumlu M.Baki Kocabaş köylerine propaganda için gelen Yunan öğretmenleri anlatmıştı.

“Bizim köye (Saip) iki öğretmen gelmiş Rum, bunlar köyün ileri gidenlerini davet ettiler beni de kucaklarına aldılar.  Onların davetine nenem ile annem götürdüler. Iki tane kız birisi mavi gözlü, hala gözümün önünde. Bana içi şuruplu şekerler verdiler.  Bizde o zaman böyle şeker falan yoktu. Bunlar öğretmendi, tee  yedi yaşına geldiğim zaman  bana Türk diyenleri, bunlar eğitti. (Başka) Öğretmenler geldi başları şapkalı Yunanlı,  bizim devlet, ne köylü,  ne kaymakam vs  belediyeler  ilgi göstermediler. (Gelenlerin propagandası sonrası) köydeki  Rumlar   Türklerle konuşurlardı,   fakat o Yunanlıların yolladığı  öğretmenler gelince  iş değişti, Rumlar başka bir millet oldu .”

İzmir Nine kitabının yazarı Samos adasından Elsa Hio ise Megali İdea konusunda şunları söylüyordu.

“Yunanlıların kökeni antik Yunanlılara dayanırdı ve onların simgeleri Küçük Asya’da serpilmiş bir vaziyete bulununan tapınaklar, heykeller, kitabelerdi. Bu Megali İdea ideolojisini getirdi, yani bunlar bize ait ve geri almamız lazım. Bu okullarda öğretiliyordu, çocuklar Türk tebaalı ancak Yunanlı, Türk tebaalı ancak Hristiyan fikriyle büyümüyorlardı.  Bu toprakların sahibi olan Yunanlı olarak kendilerini hissediyorlardı. “

W.J.Childs 1900’lü yılların başında Samsun’a gelir. Childs aslında İngiltere hükümetine bu konuda bir rapor hazırlamak üzere gelmiştir. Samsun’dan Lübnan’a kadar Anadolu’yu yürüyerek geçer. Raporu da 1917 yılında “Across Asia Minor on Foot” (Anadolu’yu Yürüyerek Geçmek) kitap olarak yayınlanır. Kitabında Childs söyle bir anekdot aktarır.

“Samsun kıyılarına çıktıktan sonra bir kahvede oturuyordum, kumbara taşıyan bir Rum delikanlı çekingen bir gülümsemeyle yanıma geldi. Benden Yunan Donanması için para yardımı yapmamı istedi. Ve ‘hepsi Yunanistan için Bayım’ diye ekledi. Samsun halkı direk olarak, Eski Samsun topluluğundan değil, ancak çoğunluk olarak Rum. Kasabanın ticareti ve zenginliklerini ellerinde tutuyorlar. Diğer bütün Yunanistan dışında ki Yunanlılar gibi, Yunanistan’la çok yakından ilgililer ve parasal olarak destek oluyorlar. Özellikle de Yunan Deniz kuvvetlerini cömertçe destekliyorlar. Bu yardımları yaparken, başkentinin İstanbul olduğu Yunan İmparatorluğunu kurmayı belli belirsiz hislerle umut ediyorlar. Bir yıldan kısa bir sürede 12.000 £’u Deniz Kuvvetlerine göndermişler, şimdi de yeni bir yardım hazırlıyorlar.”

İnsanlık Birinci Dünya Savaşı’na doğru ilerlerken Anadolu’da durum özetle böyle görünür. Anadolu topraklarında uzun yıllar süren propaganda sonucu, işgal sırasında Yunan ordusuna ciddi miktarda yerli Rum, asker olarak katılmıştı.

Birinci Dünya Savaşı,  nedenleri, başka ülkeler açısından sonuçları bir yana, konumuz açısından, Osmanlı İmparaorlu’ğunun yenilgisi ve 30 Ekim 1918 yılında ise Mondros Ateşkeş Antlaşması ile sonuçlanır. Bir anlaşmadan çok, teslimiyet belgesi gibidir. Osmanlı topraklarını işgale açık hale getirir.  Oktay Gökdemir mütarekeye ilişkin şunları söylemişti: “30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekenamesi'ni imzalayarak  Birinci Dünya Savaşı’nı mağlup kapadığını bütün dünya kamuoyuna duyurmuş oldu. Mütareke İmparatorluğun parçalanma sürecini de beraberinde getirdi. Zira Mütarekenin 7.maddesi bütün Osmanlı topraklarını işgale açık hale getirdi. Gerçi İtilaf Devletleri daha savaş içerisinde yapmış oldukları gizli antlaşmalarla Osmanlı coğrafyasının nasıl paylaşılacağını daha 1914-1915 yıllarında kendi aralarında kararlaştırmışlardır.”

Ocak 1919 ‘da Paris barış konferansı başlar. Konferansta, yıllardır hazırlıklarını yapan Yunanistan, Başta Venizelos olmak üzere, Batı Anadolu bölgesinin İzmir ve çevresi merkez olmak üzere, işgalini tarihsel ve kültürel nedenlerle Paris Barış Konferansında savundular. İyonya kent devletlerinin eski Helen uygarlığının devamı olduklarını ileri sürdüler ve bu topraklarda tarihsel olarak hak iddia ettiler.

İzmir’in işgalinden önce, İzmire gelen Yunan Gazeteci Mihail Rodas anılarında şöyle diyordu.

“Nihayet bunca yüzyıllık manevi hazırlıktan sonra büyük yazgı anı gelmişti. Tarih yasaları işlemeliydi. Ayrı ayrı yaşayanlar birleşmeliydiler. Bu da bir siyasetin düşünmesinden, istemesinden ve isteğini gerçekleştirmesinden değil fakat Yunan halkının birçok Avrupa uluslarının vicdanında yer bulmasından ileri gelmiştir.”

Yunan gemilerinden önce İngiliz gemileri girer körfeze. Rodas o güne ilişkin şu cümleleri not etmiş

“Bundan sonra, saat birde İzmir körfezi ufkunda bir İngiliz savaş gemisi görülmüş ve bir saat sonra da Amiral Dikson kumandası altında bulunan 22 numaralı İngiliz savaş gemisi İzmir limanına ulaşmıştır. İzmir’in Hıristiyan halkı adeta çıldırmış, özellikle Frenk mahallesi mağazaları mavili beyazlı bayraklarla dolmuştur.”

İşgal komutanı Miralay N. Zafiryu aşağıdaki bildiriyi yayınlayarak işgali resmen başlatır.

“Müttefik Devletlerin rıza ve iş birliğine dayanan, bağlı bulunduğum hükümetin emri ile İzmir civarının askeri işgaline girişmiş bulunuyorum. Bu işgalden amacımız, tüm halkı saldırıdan koruyarak, onlara güvenli bir ortam sağlamaktır. Devlet memurlarıyla, dini liderler görevlerine devam edebilir ve askerimize güvenebilirler. Sonuç olarak herkesin işine gücüne devam ederek şu güzel vatanın geleceğini belirleyecek konferans kararına önemle uymasını tavsiye ederim.” 

İzmir’li Rumların işgal gününe ait anıları, sevinç gösterilerinin boyutu konusunda bize fikir veriyor

Pandelis Kapses:” Nasıl geçmişti o gece! Saatler nasıl da sonu gelmez görünmüştü! Yüzyılların tutsaklığına sabırla katlanmış İzmirli Rumlar, büyük günün şafağını bekleyemiyorlardı. Böylece, daha gün doğumu kızartısı belirmeden Kordon'a doluşmaya başladılar; bu sırada itilaf devletlerinin karaya çıkardığı mangalar Kordon boyunu çıkarma yapılabilmesi için açık tutmak çabasında zorluk çekiyorlardı. İyonya’nın zulüm şehidi olmuş toprağı için diriliş çanları çalmaktaydı, işte göründüler geliyorlar... “

Alexi Alekxiou: “Bütün İzmir sanki paskalyaymış gibi bayram ediyordu. Gemilerden top atışı sesleri duyuluyordu. Her yerde mavi beyaz bayraklar dalgalanıyordu. Hepimiz göğsümüzün üzerinde ulusal renklerimizde şeritler taşıyorduk. Herkes sürü sürü deniz kıyısına koşmuştu, bağırıyor, şarkı söylüyordu. Herkes Efzonları, Yunan ordusunu, Yunan gemilerini, Averof’ u, Atrometo’ yu, Leon’ u görmek için acele ediyordu. O unutulmaz özgürlük gününü yaşadım.”

Marjorie Houpsepian Dobkin: ”Rumlar ve Ermeniler bayram etmekteydiler ve birçoğu buna uygun bayramlık elbiseler giymişlerdi. Rum metropoliti Hrisostomos da saygı uyandıran sakalı ile üzerinde zengin belekli giysisi, başında makamına uygun düşen papaz başlığı ile orada idi. Orduyu kutsadı.”

Mihail Rodas: “Avcılar kulübü önünde, ruhban giysilerini kuşanmış bütün ruhban heyetiyle birlikte metropolit Hrisostomos yer alıyordu ve esmer çehreli, dinç Efzonları takdis ediyordu. Büyük halk kalabalığı rıhtım önünde askeri düzene girerek Efzonların ellerini öpüyor, subayları kucaklıyor, ciğerlerinin bütün kuvvetiyle “Zito” diye bağırmak için bir tek dakika bile ara vermiyorlardı. Mavili beyazlı bayraklar her tarafı kaplamış, örtmüş idi.”

İzmir’li Türklerin anılarında ise, hüzün vardır.

Cemile Aytaç:” Sabahleyin kalktığımız zaman hiç uyumadık şüphesiz. Sabahleyin kalktığımız zaman bütün Kordon’ a askerler giriyordu, Yunan askerleri. Bütün rıhtım gemilerle doluydu.”

Mustafa Nafiz Delen:  “Karşıyaka İzmir arasında çalışan iki vapur vardı. Birinin adını hatırlıyorum, öbürünü hatırlamıyorum. Elvan diye bir vapurdu. Elvan Karşıyaka’dan hareket etti. Gönderinde Türk bayrağı vardı. Biraz ilerledikten sonra bizim göremediğimiz bir noktada Yunan gemilerini, Yunan harp gemilerini görmüşler. Bir anda Türk bayrağı indirilip Yunan bayrağının çekildiğini gördüm. Ve eve geldiğimde annem bizi, ablam ve beni içeri aldı. Bahçede dahi kalmamıza müsaade etmedi. Ama Yunan askeri Karşıyaka’ya ancak öğleden sonra geldi.” 

Lamia Özdemir: “Ve ben mutavassa 2. sınıftayken, Şaban ayıydı gene böyle akşamüstü müdürümüz bizi yollara dedi, nöbetçiler koydum, kim evine çabuk giderse, mükâfat vereceğim falan dedi. Biz hepimiz koşarak akşamüstü koşarak evlerimize gittik. Aynı anda İzmir’e Yunan girmiş”.

M.Baki Kocabaş: “Yunanlılar işgal ettiği zaman bütün köy matem tuttu. Hiç böyle şey ümit etmiyorlardı. “

Hidayet Yetimler: “İskeleye bir gemi yanaştı. Yük gemisi, buradan bizim ev gibi. Bir de harp gemisi yanaştı adaya, nerede duman tüttü, güm top oraya. Bütün Türkiye ev ekmeği yerdi, mahalle fırınlarımız vardı. Fırın yakamadık, duman tüten yere top attılar. Dağlara, derelere kaçtık.”

Lebibe Sakızlıoğlu: Geldi, teyzem geldi, annem, anneannem geldi. Birer şamar bize. İnin aşağı terbiyesizler. Ne işiniz var sizin? Biz artık "geldi, geldi, geldi geldi" alkışlıyoruz Yunan askerini. Bilmiyoruz ki ne demek, Yunan askeri insan, Türk askeri falan.

Bahattin Tatış: “Annem beni küçük yaşımda elimden tutar, Bahri Baba Parkı’na götürürdü. Hayal meyal hatırlıyorum. Bahri    Baba Park’ında Yunan askerlerinin silahlarını çatıp, talim ettiklerini, hayal meyal hatırlıyorum.”

Yunanistan tarafında ise farklı düşünen, savaş karşı çıkanlar da vardı.  Yunanistan Sosyalist İşçi Partisi bu işgal fikrine karşı çıkıyor, protesto gösterileri yapıyordu.

Yunanistan Sosyalist İŞÇİ Partisi (SEKE, Yunancası: Σοσιαλιστικό Εργατικό Κόμμα Ελλάδας, Sosialistiko Ergatiko Komma Elladas)

 

Samos Barış Derneğinden, Nikos Demercis söyleşi sırasında şunları söylemişti:

 

“SEKE  Küçük Asya harekatına ilk baştan karşı çıktı, savaşa karşı geniş çapta propaganda yaptı.

Cephede kömünistler örgütlenip savaşın sona ermesi için askerleri bilinçlerdiler, bu gaye için gazete, bildiri ve yazılar dağıtılar. 5.7.1922 de G.Kordados. G.Georgiadis, E.Evangelu, Agelis ve başka SEKE   Merkez Komite üyeleri vatan haini olarak tutuklandılar. Cephede ise 22 asker savaşa karşı çalışmalarından dolayı tutuklandı.”

SEKE’nin yayın organı olan Rizospastis’de 1920 yılında söyle yazıyordu:

YUNANISTAN SOSYALİST İŞÇİ (KOMÜNİST) PARTİSİ BİLDİRİSİ

Atina-Pire tüm işçi, meslek sahibi ve geçim savaşı verenleri 20 Mayıs

Haksızlığa, adaletsizliğe ve savaşa karşı mitinge davet ediyoruz.

1922 yılında ise Yunanistan emekçilerine seslenmekteydi

22.2.1922 Rizospastis

KRİZ DÖNEMİNDE

YUNANISTAN SOSYALİST İŞÇİ (KOMÜNİST) PARTİSİNDEN

YUNANİSTAN EMEKÇİLERİNE

Yalnız bizim parti Küçük Asya savaşını kınamış ve devamının bütün ülkeyi felakete sürükleyeceğini söyleme cesaretini gösterdi. En sonunda felaket gerçekleşti.

İlk başta Yunanistan’ın 1.Dünya Savaşına katılmasına karşı bir tavır sergileyen diğer partiler barış yanlısı gözüktü. Böylece halkın savaş aleyhtarı hislerinden ve barış arzusundan istifade ederek 1 Kasım seçimlerinde onları aldatılar.

Eski Partiler sonuçlarını bile bile Küçük Asya savaşını devam ettirdiler. Onların tek arzusu İtilaf blokuna hoş görünüp iktidarda daha uzun zaman kalmaktı.

Yunan halkını gayeleri meçhul Küçük Asya savaş meydanlarına ölüme gönderirken, yurt içinde 1909 da halkın isyan edip protesto ettiği aynı politikaları uyguladılar.

Partimizin tüm emekçi ve yoksular sıfınının menfaatlerini temsil ettiği bilincinde olup, halkın rızası olmadan diğer Partiler kendi sorumlulukları ile savaşı devam ettiriyorlar.

Partimiz krizden tek çıkış yolunun ateş kes, anında barış ve hata yapmış  Meclisin dağıtılmasıdır.

Halk başka çözüm kabul etmiyor.

Emekçi sınıfı ve halk kitlelerin çabaları tek bir slogan altında toplanmalı:

Anında barış, Özgürlük

Meclis dağılmalı

Yaşasın Yunan Emekçi Sınıfı

SEKE Merkez Komitesi

Küçük Asya harekâtının sonuçları için Barış Derneği üyesi Niko Demerci şunları söylemişti.

“Küçük Asya harekâtından ve trajik sonucundan çıkan büyük ders: Yabancı emperyalist güçlere politik ve ekonomik bağları olduğu müddetçe ve onlara baş eğerek milli menfaatlere ne hizmet etmişler ne de ediyorlar, aksine tehlikeli yolara ve sonunda milli felaketlere sürüklediler. SEKE (K) ilk baştan Küçük Asya harekâtına karşı geldi, büyük felakete sürüklenmemek için mücadele etti, ancak politik bakımından olgun olmayan, organizasyon bakımından hazırlıksız ve ideolojik bakımından koordine olamadığından gelişmelere kararlı bir şekilde tesir edemedi.”

Sonuç olarak İzmir’in işgalinin, Ulusal kurtuluş savaşını tetikleyen, onu silahlı mücadeleye dönüştüren sonuçları oldu. Savaş koşullarında barış için sesini yükseltme cesaretini göstermiş bütün Yunan komünist askerlerini saygıyla anarken,  bu vesileyle onlara ve onların mücadelelerine bugünden enternasyonalist bir selam.

 

Kaynaklar

W.J. Childs  (1917) Across Asia Minor on Foot New york, Dodd, Mead and Co. Edinburgh and Londan William Blackhood and Sons.

İşbilen Tahsin, 2009 Maşatlıktan Kurtuluşa Belgesel.

İşbilen Tahsin, 2010 Harp Olurken Belgesel.

İşbilen Tahsin 2012 İzmir 1922 Belgesel.