Kent haber Haber Girişi : 28 Mayıs 2021 08:08

Güzel İzmir

Güzel İzmir

Güzel İzmir

 Murat KAYA*

9 Eylül 1922 tarihinde İzmir’in Yunan işgalinden kurtarılması Türk Kurtuluş Savaşı’nın başarıya ulaştığını ve “kara” günlerin artık sona erdiğini gösteriyordu. Türk ordusunun İzmir’e girmiş olması, ülkenin dört bir yanında büyük bir coşku yarattı. Bu coşkunun yansıdığı yerlerden birisi TBMM oldu. Edirne mebusu Mehmet Şeref Bey, İzmir’in kurtarılmasının ardından oldukça dikkat çekici bir kanun teklifi hazırladı. Hazırladığı kanun teklifinde İzmir’in adının “Güzel İzmir” olarak değiştirilmesini talep ediyordu. Bu makalede, kanun teklifini hazırlayan Mehmet Şeref Bey’in İzmir’le olan bağlantısı, “Güzel İzmir” kavramının doğuşu ve kanun teklifinin akıbeti ele alınacaktır.

Mehmet Şeref Bey ve İzmir

Mehmet Şeref Bey 1874 yılında Edirne’de doğdu. İlk ve orta öğretimini doğduğu şehirde tamamladı[1]. Burada eğitim görürken ileride Türk siyasetine ve Türk düşünce dünyasına katkılar sağlayacak iki önemli arkadaşı vardı: Talat ve Necip[2]. Talat, ileride paşa olarak İttihatçıların önde gelen üç isminden birisi olacaktı. Mehmet Şeref Bey çocukluk arkadaşını “dünyanın bütün patlayıcı maddeleri göğsünde infilak etse bir kılı kıpırdamayacak kadar cesur, ruh yapısı sağlam ve atılgan” olarak tanımlıyordu[3]. Hükümet işlerindeki faaliyetlerini ve I. Dünya Savaşı yıllarındaki tutumunu ise başarılı bulmuyordu[4]. Bir diğer çocukluk arkadaşı olan Necip, Türk düşünce dünyasında “Necip Türkçü” olarak derin izler bırakacaktı. Mehmet Şeref Bey II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde kaleme aldığı çok sayıdaki eseriyle siyaset ve fikir adamı olarak tarihe geçmiştir.

Mehmet Şeref Bey, 1894 yılında Mekteb-i Hukuk-ı Şahane’den mezun olduğunda Arapça, Farsça ve Fransızca’yı iyi derecede bilmesinin yanında Rumcaya da oldukça aşinaydı[5]. Onun bu dilleri biliyor olması düşünce dünyasına zenginlik katıyordu. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Edirne şubesinde aktif olarak görev almaya başlamıştı. II. Abdülhamit yönetiminin aleyhinde faaliyet gösteriyordu. İçinde bulunduğu dönemi “baykuş devri” olarak adlandırıyordu[6]. Herkesin meşrutiyet idealine sahip olmasını istiyor ve bu doğrultuda çaba gösteriyordu. Cemiyetin Edirne şubesindeki faaliyetleri sırasında 1896 yılında bir jurnal sonucu tutuklandı ve sonrasında sürgüne gönderildi.

Sürgün günlerinin yirmi dokuzuncu ayında kaçmanın bir yolunu buldu. Bingazi’de gizli bir şekilde Fransız Mesajeri Maritim Kumpanyası’na ait Fake adlı gemiye binerek İzmir’e geldi[7]. Çocukluk arkadaşı Necip’in İzmir’de bulunuyor olması onun için büyük bir şanstı. İzmir’e ilk adımını attığı 15 Nisan 1899 tarihinde zihninde “ezelden ebede kadar Türk olan bu sevimli efeler diyarına bilmem niçin ‘Gâvur İzmir’ diyorlar” sorusu vardı. Gâvur İzmir ifadesi ona göre saygısızca ve yakışıksız bir sözdü[8]. İzmir zenginlik ve bolluk içinde yüzerken, gümrük birbiri ardına vapurların yüklerine ev sahipliği yaparken, şehirde bu kazançtan payını alamayanların Türkler olduğunu düşünüyordu. Mehmet Şeref Bey, İzmir’de Türklerin geri planda kalmasını şu sözlerle sorguluyordu[9]:

 “İzmir, bu Türk şehrine bağlı atalar yurdu, verimli ve sevimli Anadolu hep buraya taşıyor, buraya getiriyor ve buradan Türk’ün alın teri ile çıkardığı her şeyi yabancı ülkelere, yabancı ellerden şu engin deniz üzerinde kayıp giderken arkadan dev vapurlar bacalarından duman savurarak gene Anadolu’ya dağılmak üzere İzmir rıhtımına mal döküyordu. Bunlar Türk’ün alın terini, el emeğini yalayıp yutuyor; Türk’e kalan bir acıklı yolluk. Yemiş çarşısı, Frenk çarşısı, ferhanelerdeki yazılı adların hemen hepsi Türk’ün değildi. Niçin?”

Bu sorgulamanın ardından çalışan, terleyen, yorulan fakat hak ettiklerinin karşılığını alamayan Türklerin şehre “Gâvur İzmir” adını taktığını söylemektedir[10]. Ancak Timur’un tarihçilerinin Hıristiyanların elinde olan Aşağı Kale’yi, Türklerin elinde bulunan Kadıfekale’den ayırmak için “Gâvur İzmir” kavramını kullandıkları bilinmektedir[11]. Dolayısıyla “Gâvur İzmir” kavramı ilk ortaya çıktığında şehirde Türklerin hâkim olmadığı bölgeler kastediliyordu.

Mehmet Şeref Bey’in  “Türk İzmir ezilirken, inlerken, yorulurken, Gâvur İzmir gülüyor, sıçrıyor ve bin türlü eğlenceler içinde Türk’ün alın terinden aldığı sonsuz, sayısız zenginliklerle yaşıyor” düşüncesi onu “kurtuluş yolları” aramaya itiyordu[12]. Onu en fazla rahatsız eden durum Türklerin yetiştirdiği ürünlerin yüzde yirmisinin bile kendilerine kalmıyor olmasıydı. Ticarette aslan payını Frenkler, Rumlar ve Yahudiler alıyordu[13].

Mehmet Şeref Bey, Bıçakçızade Hakkı’nın İzmir gazetesinde musahhih olarak görev yaparak gazetede çıkan yazıları dil ve imlâ bakımından kontrol etmiştir[14]. İzmir gazetesi haftalık olarak yayın hayatını sürdürüyordu[15]. Daha sonra Ahenk gazetesinde yazılar yayımlamaya başlamıştır. Fakat bu iki gazete tam istediği çizgide değildi. Birisinde “can yoktu” öteki ise “softa” kokuyordu[16].  Tam bu dönemde İzmir’in ilk hürriyet kurbanı olarak tarihe geçen Tevfik Nevzad ile yakın ilişki kurmuştu. Tevfik Nevzad ilk karşılaşmalarında “Sen Şeref değil mi? Ben Nevzad… Haydi kalk bakalım… Bizim Yazıhaneye, avukatlık da muharrirlik de var de var… Hizmet’i çıkaracağız.”[17] demiştir. Mehmet Şeref kendi ifadesiyle damdan düşer gibi gelen bu teklif karşısında önce şaşırmış, sonrasında ise kabul etmiştir. Böylece Mehmet Şeref Bey Hizmet gazetesinin yeniden yayın hayatına başlamasında görev almıştır.

İzmir’de Halid Ziya’nın genç şahsiyeti çevresinde Edebiyat-ı Cedide ruhu ortaya çıktı[18]. Halid Ziya ve Tevfik Nevzad bu akımın İzmir’deki temsilcileri konumundaydı. Mehmet Şeref Bey, Tevfik Nevzad ile yakın bir ilişkisi olmasına rağmen Edebiyat-ı Cedide akımını eleştirmekten çekinmemiştir. Mehmet Şeref’e göre bu akımın “İzmir’in tertemiz Türk zeybeği ruhu ile” bir bağlantısı bulunmuyordu. Batıyı taklit etme üzerine kurulmuş olan Edebiyat-ı Cedide akımında Türklükten eser olmadığını dile getiriyordu. Onun bu düşünceleri ortaya çıkarken, İzmir’deki edebiyat çevresindeki tanıdığı kişiler her geçen gün artıyordu. İzmir’de bulunduğu dönemde Şair Eşref ile yakın ilişki kurdu. Şair Eşref, her zamanki üslubuyla ona “Ben Eşref, sen Şeref… Ben senden bir elif miktarı fazlayım. Amma sen şerre benden yakınsın” demiştir[19].

Mehmet Şeref Bey, İzmir’de Menba-i İrfan okulunda Tarih ve Türkçe öğretmeni olarak görev yaptı[20]. Daha sonra tarih öğretmeni Cemal Bey rahatsızlık geçirdiği için onun yerine İzmir İdadisi’nde Tarih dersine vekâleten girmeye başladı. Bu onun için gençlere meşrutiyet fikrini aşılamak adına iyi bir fırsattı. Öğrencilerine Fransız devrimini anlatarak, Montesquieu, Rousseau, Voltaire, Diderot, D’Alembert gibi düşünürlerin fikirlerini aktardı. Onun bu davranışı Maarif Müdürü Nail Bey’in kendisini uyarmasına neden oldu. Dersin konusunun dışına çıkmak ve öğrencilere “yanlış fikirler” aşılamakla suçlanmıştı. Bunun ardından vekil olarak sürdürdüğü öğretmenlik görevi sona erdi[21].

İzmir fikir hareketleri açısından oldukça zengin bir şehir olsa da, dönemin siyasi ortamı farklı fikirlere tahammülsüzlüğü beraberinde getiriyordu. Tevfik Nevzad’ın tutuklanması, Mehmet Şeref Bey’i doğrudan etkiledi. Artık İzmir’de daha fazla barınamayacağını düşünmeye başlamıştı. 1902 yılında şehirde kendisini güvensiz hissettiği için İzmir’i terk etmiştir. Tevfik Nevzad’ın Adana’da şaibeli bir şekilde hayatını kaybetmiş olması onun tedirgin olmasını haklı kılıyordu.  Fakat hayatının İzmir yılları onu sürekli olarak etkilemeye devam edecekti.

I. Dünya Savaşı yıllarında kaybolan bir çocuğu aramak üzere Mehmet Şeref Bey İzmir’e gelmiştir. Onun bu döneme ilişkin izlenimlerine baktığımız zaman vali Rahmi için “padişahtan daha çok padişah olarak yaşayan”[22] tanımlaması yaptığını görüyoruz. 1934 yılına gelindiğinde Haydar Rüştü Bey’in isteğiyle, İzmir günlerine dair anılarını kaleme almış ve yazı dizisi olarak Anadolu gazetesinde yayımlanmıştır. Yayımlanan bu anılar İzmir’deki fikir hareketleriyle ilgili önemli bilgiler içermektedir.

Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nden Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne

Mehmet Şeref Bey, 12 Ocak 1920 tarihinde toplanan Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nde Edirne mebusu olarak görev yapmıştır. Onun mebus seçilmesinde Trakya Paşaeli Müdafaa Heyet-i Osmaniyesi Cemiyeti’nin kurucu üyesi olması etkili olmuştur. Meclis’te yapmış olduğu en önemli görev Misak-ı Milli metnini hazırlayanlar arasında olmaktır. Ayrıca 17 Şubat 1920 tarihinde Misak-ı Milli metnini meclis kürsüsünde o okumuş ve bu metnin Avrupa parlamentolarına gönderilmesini teklif etmiştir[23].

Meclisteki faaliyetleri İngilizlerin gözünden kaçmamıştır. İstanbul’un işgalinin ardından Malta’ya sürülen kişiler arasında ismi vardı. Artık hayatında bir kez daha “sürgün günleri” başlayacaktı. İngiliz Yüksek Komiserliği özel bir komite oluşturarak sürgündeki Türkleri sınıflandırmıştır. Mehmet Şeref Bey yapılan bu sınıflandırmada askeri bakımdan sakıncalı ilan edilerek serbest bırakılmayacak kişiler arasında yer almaktaydı[24]. Ayrıca İngiliz arşiv belgelerinde “Milliyetçi” kimliğine vurgu yapılmaktadır.[25]

 Londra Antlaşması’nın ardından Malta’daki sürgün günleri sona erdi[26]. Malta günleri ile ilgili “Bizler; altı yüz senenin hesabını veriyor gibi idik. İçimizde sarsılanlar, ruhen yıkılanlar olmadı değil… Fakat ceberrut, salim ve kindar bir hâkim kuvvet önünde erimedik ve İkinci İnönü Zaferi’nden sonra yurda döndüğümüzde yaşamak için istiklalden başka gerçek yol olmadığını bir daha anladık! Gerçek bir istiklal!” demiştir[27].

Gerçek istiklal mücadelesinin verildiği yerin Ankara olduğunun bilincinde olan Mehmet Şeref Bey, ülkesine döner dönmez bu doğrultuda faaliyetler gösterdi ve 1921 yılının Nisan ayında I. TBMM’ye Edirne mebusu olarak katıldı. O, içerisinde bulunduğu meclisi “Halâskâr, fedakâr, hamiyet ve feragatin timsali büyük vatanperver Türk Meclisi!” olarak tanımlıyordu[28]. Birinci Meclis’in yapmış olduğu en büyük iş şüphesiz Türk Kurtuluş Savaşı’nı yönetmek olmuştur. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması toplumun bütün kesimlerinde büyük bir coşku, heyecan ve mutluluk yarattı. 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir’in Yunan işgalinden kurtarılması artık yepyeni bir dönemin ilk kıvılcımı olmuştu.

 Edirne Mebusu Şeref Bey’in “Güzel İzmir” Kanun Teklifi

Edirne mebusu Mehmet Şeref Bey, Kurtuluş Savaşı’nın hemen sonrasında İzmir’in adının “Güzel İzmir” olarak değiştirilmesi için TBMM’ye bir teklif sundu. Teklifin meclise sunulduğu 13 Eylül 1922 tarihinde işgalin etkileri İzmir’de devam ediyordu. Ayrıca tam o günlerde şehrin merkezini neredeyse tamamen yok edecek bir yangın çıktı. Üç buçuk yıllık işgal döneminde İzmirlilerin yaşadığı onlarca acıya bir de yangın felaketi eklendi. Şehirden yükselen dumanlar kurtuluş sevincine gölge düşürmeye yetmemişti. İzmir hala Türklerin “kızıl elması” olarak görülüyordu. İzmir küllerinden yeniden doğmak ve güzelliklerle anılmaya devam etmek için sabırsızlanıyordu.

13 Eylül 1922 tarihli TBMM oturumunda Mehmet Şeref Bey’in “İzmir’in Güzel İzmir tesmiyesine dair” kanun teklifi meclis gündemine alındı. Gerekli mazbatanın hazırlanması için kanun teklifi Layiha Encümeni’ne gönderildi[29]. Layiha Encümeni Ahmed Hilmi başkanlığında oluşmuştu.  Mazbata muharriri olarak Midhat Bey,  kâtip olarak Ahmed Bey, aza olarak Vasfi ve Nüzhet Beyler görev yapıyordu. Encümen gerekli incelemeleri yaptıktan sonra kanun teklifinin müzakere edilmeye değer olduğunu gördü. Meclis başkanı, Layiha Encümeni’nin raporunu meclis kürsüsünde okuduktan sonra teklifin Dâhiliye Encümeni’ne havale edilmesini önerdi. Mebusların meclis başkanının bu kararını uygun görmesiyle birlikte kanun teklifi incelenmek üzere Dahiliye Encümeni’ne gönderildi[30].

Dâhiliye Encümeni kanun tasarısını üç gün içerisinde inceledi. Encümen tarafından hazırlanan mazbata 21 Eylül 1922 tarihli oturumda gündeme alındı[31]. Fakat o günkü meclis tutanaklarında kanun teklifinin gündeme alınması dışında bilgi bulunmamaktadır. 23 Eylül günü meclis oturumu açıldığında, önceki oturumun özeti okunurken Güzel İzmir kanun teklifinin gündeme alındığı tekrarlandı[32]. Bu tarihten sonra kanun teklifi bir daha meclis gündemine gelmedi[33]. Böylece Mehmet Şeref Bey’in kanun teklifi sonuçsuz kaldı.

Güzel İzmir’in Kökleri

Mehmet Şeref Bey anılarında “…ötede uğuldayan bir ‘Gâvur İzmir’ vardı” demekte ve Türk İzmir’in kendi varlığına saldıran bu çirkin adı söküp atacağını dile getirmektedir[34]. Aslında vermiş olduğu kanun teklifiyle “Gâvur İzmir” adını ortadan kaldırmayı hedefliyordu.  İzmir, Ahenk ve Hizmet gazeteleri ile başlayan İzmir’le tanışmasından, Malta’da sürgün günlerinde çektiği vatan hasretine kadar geniş bir zamanın ürünü olarak “Güzel İzmir” kanun teklifi ortaya çıkmıştı. Mehmet Şeref Bey, sunduğu kanun teklifiyle hem İzmir’e olan sevgisini kanıtlıyor, hem de İzmir’in Yunan ordusunun işgalinden kurtuluş coşkusuna ortak oluyordu. Ama en önemlisi insanların diline yapışmış “Gâvur İzmir’i” bu topraklardan söküp atmak istiyordu.

Mehmet Şeref Bey, meclise İzmir’in isminin değiştirilmesine dair kanun teklifini vermeden önce, meclis kürsüsünde İzmir’den “Güzel İzmir” olarak bahsetmiştir. Kurtuluş Savaşı devam ederken mecliste yaptığı bir konuşmada “…Türk’ün öz diyarı ve ebedi yadigârı olan mukaddes topraklara ve Oruç Paşa’nın bize yadigâr ettiği Güzel İzmir’e kahpece gelip girdiler. İzmir’in etrafını ve İzmir’in sokaklarını Türk kanı ile bulaştırdılar.” demişti[35]

İşgal döneminde İzmir’den “Güzel İzmir” olarak bahseden bir diğer isim Mahmut Esat (Bozkurt) Bey’di. İzmir’in işgal edildiği o kara günün birinci yıldönümünde TBMM kürsüsünde yapmış olduğu konuşmada işgal gününü “Yunan ordusunun Güzel İzmir’in güzel kordonuna ayak bastığı zaman” olarak tanımladı[36].

İzmir işgalden kurtulduktan sonra İzmir’e “Güzel İzmir” demek daha da yaygınlaştı. Roma büyükelçisi Celaleddin Arif Bey ve Erivan büyükelçisi Hayreddin Bey tebrik için çektikleri telgrafta coşkularını “Güzel İzmir” kelimesi ile bütünleştirdiler[37]. Benzer bir tutumu Kazım Karabekir Paşa da sergilemiştir. “Güzel İzmir’imize kavuşan Büyük Milletimize; bu şerefli zaferin kahraman ve bahtiyar âmillerinden Şark Cephesinin sürurla, iftiharlarla yükselen tebriklerini arz etmekle mübahiyim” sözleriyle kurtuluş coşkusuna ortak oldu[38] .

İşgal yıllarında kullanılan “Güzel İzmir” kavramı aslında işgalin kabul edilmediğinin bir göstergesidir. Gazetelerdeki yazılarda, hatıratlarda, edebi metinlerde ve kartpostallarda İzmir’in başına “güzel” sıfatını eklemek bir gelenek haline gelmişti. Özellikle İzmir hasretiyle yazılan anılarda “Güzel İzmir” demek son derece yaygındır. Antalya’da İzmir hasreti çeken Mahmud Hıfzı Bey, anılarında “Güzel İzmir” kavramını kullanan onlarca kişiden birisidir[39].

Bütün bunların dışında “Güzel İzmir” Mustafa Kemal Paşa’nın söylev ve demeçlerine de yansımıştır. Mustafa Kemal Paşa, İzmir’den bahsederken “Güzel İzmir” kavramını kullanmıştır. 11 Ekim 1925 tarihinde, kendisi onuruna düzenlenen fener alayının ardından dile getirdiği “Ben bütün İzmir’i ve bütün İzmirlileri severim. Güzel İzmir’in temiz kalpli insanlarının da beni sevdiklerinden eminim” sözü İzmirliler için bir kıvanç kaynağı olarak tarihe geçmiştir[40].

              Sonuç

Edirne mebusu Mehmet Şeref Bey’in TBMM’ye sunduğu İzmir’in adının “Güzel İzmir” olarak değiştirilmesi kanun teklifi, Kurtuluş savaşında zafer elde edilmesinin ve İzmir’in Yunan işgalinden kurtarılmasının bir yansımasıdır. Bu tarihten sonra ticaret hayatında hep geri planda kalan Türklerin, şehirde mutlak söz sahibi olacağına dair inanç artmıştır. Böylece “Gâvur İzmir” kavramı yerini artık “Güzel İzmir’e” bırakabilecekti.

Sunulan kanun teklifi, TBMM’nin yoğun gündem görüşmelerinin altında unutulup gitmiştir. Fakat Güzel İzmir tanımı zihinlere yerleşmiştir. Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte Güzel İzmir kavramı daha da yaygın hale gelmiştir. Şehirdeki en güzel vapurlardan birisine “Güzel İzmir” adı verilmiştir. Ticari işletmeler böylesine marka haline gelmiş bir tanımlamayı kendi ürünlerinde kullanmak için birbirleriyle yarışmaktadırlar. Resmiyette olmasa da, gündelik hayatın pek çok alanında İzmir artık “Güzel İzmir” olarak anılmaktadır.

 


* Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Doktora Öğrencisi.

[1] Ö. Faruk Huyugüzel, İzmir Fikir ve Sanat Adamları (1850-1950), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2000, s. 411.

[2] Ö. Faruk Huyugüzel, Necip Türkçü, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2014, s. 11.

[3] Mehmet Şeref Aykut, Trakya Mili Mücadele Tarihi Malta Hatıratı ve Malta’da Türkler, yay. haz. Hasan Berke Dilan, Alfa Yayınları, İstanbul, 2010, s. 142.

[4] Mehmet Şeref Aykut, a.g.e., s. 143.

[5] Ö. Faruk Huyugüzel, “Aykut, Mehmet Şeref”, İzmir Kent Ansiklopedisi, Cilt: Biyografi I, İBB Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi Yayınları, İzmir, 2018 s. 77.

[6] Mehmet Şeref Aykut, a.g.e., s. 131.

[7] Hasan Dilan, Mehmet Şeref Aykut ve İzmir’de İlk Fikir Hareketleri, Türk Kütüphaneciler Derneği Edirne Şubesi Yayınları, Edirne, 1996, s. 12.

[8] Hasan Dilan, a.g.e., s. 15.

[9] Hasan Dilan, a.g.e., s. 17-18.

[10] Hasan Dilan, a.g.e., s. 18.

[11] Tuncer Baykara, İzmir Şehri ve Tarihi, Ege Üniversitesi Matbaası, İzmir, 1974, s. 21-22.

[12] Hasan Dilan, a.g.e., s. 18-19.

[13] Hasan Dilan, a.g.e., s. 24.

[14] Hasan Dilan, a.g.e., s. 19.

[15] Fazıl Gökçek, İzmirli Gazeteci ve Yazar Bıçakçızade İsmail Hakkı, İBB Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi Yayınları, İzmir, 2016, s. 23.

[16] Hasan Dilan, a.g.e., s. 16.

[17] Ziya Somar, Bir Adamın ve Bir Şehrin Tarihi: Tevfik Nevzad, İzmir Büyükşehir Belediyesi Yayınları, İzmir, 2001, s. 95.

[18] Ziya Somar, Yakın Çağların Fikir ve Edebiyat Tarihimizde İzmir, İzmir Büyükşehir Belediyesi Yayınları, İzmir, 2001, s. 95.

[19] Hasan Dilan, a.g.e.,  s. 31.

[20] Hasan Dilan, a.g.e.,  s. 39.

[21] Hasan Dilan, a.g.e., s. 65.

[22] Mehmet Şeref Aykut, a.g.e., s. 299.

[23] Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre: 4, Cilt: 1, İnikad: 11, s. 144-145

[24] Bilal N. Şimşir, Malta Sürgünleri, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2012, s. 438-439.

[25] Bilal N. Şimşir, a.g.e., s. 208.

[26] Ö. Faruk Huyugüzel, İzmir Fikir ve Sanat Adamları, s. 414.

[27] Mehmet Şeref Aykut, a.g.e.,  s. 127.

[28] Mehmet Şeref Aykut, Tarihî ve Siyasî Tefrika Birinci Millet Meclisi, yay. haz. Taner Lüleci, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 2011, s. 273.

[29] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Devre: I, Cilt: 23, İçtima: 101, s. 9.

[30] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Devre: I, Cilt: 23, İçtima: 104, s. 101.

[31] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Devre: I, Cilt: 23, İçtima: 106, s. 137.

[32] T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Devre: I, Cilt: 23, İçtima: 107, s. 152.

[33] Musa Şaşmaz, Türkiye’nin İdari Taksimatı, C. VIII, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2014, s. 155.

[34] Hasan Dilan, a.g.e., s. 23.

[35]