Tarih Düzenleme Tarihi : 29 Mayıs 2021 08:08 Haber Girişi : 26 Mayıs 2021 21:00

MİLLİ MÜCADELE’NİN İLK KIVILCIMI;                 İLKKURŞUN VE HASAN TAHSİN                   

MİLLİ MÜCADELE’NİN İLK KIVILCIMI;                  İLKKURŞUN VE HASAN TAHSİN                   

MİLLİ MÜCADELE’NİN İLK KIVILCIMI;

                İLKKURŞUN VE HASAN TAHSİN                                                        

Dr Günver Güneş

                 Adnan Menderes Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi- Tarih Bölümü-

I. Dünya Savaşı'ın galipleri sözde daimi bir barışı sağlayacak konferansın Paris'te toplanmasını kararlaştırmışlardı. Bu konferansa İttifak Devi etleri'ne karşı savaşmış yada savaş ilan etmiş olan 32 devlet davet edilmişti. Avrupa ve hatta Dünya haritasını yeniden çizecek olan bu devletler kendi aralarında da "Müttefik" "daha az Müttefik" ve "Ortak Devletler" gibi garip, suni bir sınıflanmaya tabii tutulmuşlardı. Bununla birlikte beş büyük devlet, ABD, İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya yetkileri kendi ellerinde bulundurmak İçin başbakan ve dışişleri bakanlarından oluşan "Onlar Konseyi"ni kurarak "kendilerini tek yetkili kurul ilan etmişlerdi. Ayrıca kimi sorunlarda Japonya'nın dışında öteki devletlerin katıldığı bir "Dörtler Konseyi" kurulması öngörülmüş, ancak anlaşmazlık sebebiyle İtalya bir ara Konferans¬tan çekilince Amerika Birleşik Devletleri Başkanı WiIson, İngiliz Başbakanı Lloyd George ve Fransa Başbakanı Clemenceau'dan oluşan "Üç Büyükler" kurulu oluşturulmuştur. 18 Ocak 1919'da ilk toplantısını yapan Paris Konferansı'nın en çok meşgul olduğu iş diğer sorunların yanı sıra Osmanlı İmparatorluğu arazisinden Yunanlılara verilecek topraklar meselesi oldu. Zira Yunanlılar'ın istedikleri toprakların bir kısmına İtalyanlar da göz dikmiş bulunuyorlardı. Oysa Yunanlıların istedikleri topraklar daha önce gizli antlaşmalarla İtalyanlara vâdedilmişti. Yunanlılar ise savaş sonu sorunlardan kurtuluş için İzmir ve çevresinin işgali kaçınılmazdı. Eleftheros Tipos gazetesinin, 1919 yılı başında yazdıkları, Yunanistan'ın çaresizliğini ve iktidarın seçeneksizliğini göstermektedir. ''Savaşın sırtımıza yüklediği ağır yükten sonra, sınırlarımız tüm Yunan halkına tek bir Yunanistan içinde toplayacak bir şekilde genişletilmezse, ekonomik bakımdan yaşamaya devam edemeyiz''. Yunan burjuvazisi, ülkenin ancak, kalabalık soydaş nüfusuyla birlikte tarım, ticaret ve madenler bakımından zengin Anadolu'nun batısı ve Trakya'yı almak suretiyle Avrupa sermayesinden ekonomik, dolayısıyla siyasi bağımsızlığını kazanabileceği düşüncesindeydi. Küçük Yunanistan, ulus devletler çağında, Venizelos'un ''... dört denizle yıkanan ve kendi penceresinden Karadeniz'i seyreden'' diye tanımladığı, büyük bir imparatorluk olmak istiyordu.

Emperyalist devletlerin Paris Sulh Konferansı "Üçler Meclisi"nce aldıkları karar büyük bir gizlilikle uygulanmaya konuldu. Buna göre Yunan Birlikleri’nin 14 Mayıs'ta İzmir'e gelmesi, çıkartmadan 36 saat önce İzmir Türk tabyalarının Müttefiklerce İşgal edilmesi ve ancak Yunan askeri karaya çıkmadan 12 saat önce işgalin Türk makamlarına bildirilmesi, ondan sonra da Türk tabyalarının Yunan komutanına devredilmesi düşünülmüştü. Yani bir anlamda işgal ilkin bir Müttefik işgali gibi gösterilerek İzmir'in Yunanlılarca İşgal edilmesi sağlanacaktı. Böylelikle Türklerin direnme ve mücadele etme azmi önlenmiş olacaktı.

6 Kasım Çarşamba günü saat 15.00 sıralarında Kramer Palas’la Pasaport arasında M.29 numaralı İngiliz Monitoru’nun demir atmasının ardından kıyıya çıkan kumandan Dixon’a İzmir’in yerli Rumları inanılmaz sevinç gösterilerinde bulundular. Dixon’un görevi İngiltere ve İtilaf Hükümetleriyle, Osmanlı Hükümeti arasındaki siyasi ve resmi münasebetleri tesis etmekti.

               24 Aralık 1918 tarihinde ise Yunanlılara ait olan Leon savaş gemisi İngilizlerden alınan izin sonucu Salı günü öğle üzeri Pasaport açıklarına demirledi. Bu gelişme karşısında İzmirli Rumlar kadar Leon’un mürettebatı da bir takım taşkınlıklar yapmaktan kendini alamadı. Yine aynı gün Karşıyakalı Rumların Leon Torpidosunu ziyaret etmek üzere İzmir’e gelmek için iskeleye yığılmaları sonucu meydana gelen kazada 9 kişi can verdi. Salaş Karşıyaka Vapur İskelesi, binlerce Rum’un ağırlığına dayanamamış orta yerinden çöküvermişti. İskele memurları Rumlara daha önceden tehlikeyi bildirmişlerse de sözlerini dinletemedikleri gibi üstelik dayata yemişlerdi. 12 Ocak 1919 tarihinde düzenlenen Paris Barış Konferansında Batı Anadolu’nun kendilerine bırakılmasının ardından Yunanlılar, Mondros Mütarekesinin 7. Maddesine dayanarak İzmir’i işgale hazırlanırlar. Buna göre Yunan birlikleri 14 Mayıstan evvel İzmir Körfezi’ne girmeyecek, Türkler bu durumdan 12 saat evvel haberdar edilecekti. İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesinin gerekçesi olarak da Türklerin Rumlara karşı yaptıkları zulümler ve bu zulümlerde parmağı olduğu söylenen İtalya’nın İzmir’i işgal etmek istemesi gösteriliyordu. Paris Barış konferansından sonra İzmir’in işgal edileceğine dair kuşku ve söylentiler iyice artmıştır. İzmir Müdafaa-ı Hukuk-ı Osmaniye Cemiyetinin kuruluşu işgal tehdidinin arttığı bu ortamda gerçekleşmiştir. Batı Anadolu’da Yunan işgaline karşı direniş amaçlı kurulan ilk örgüt İzmir Müdafaa-ı Hukuk-u Osmaniye Cemiyetidir. 17-19 Mart 1919’da Milli Sinema Salonunda toplanan büyük kongrede İttihatçı damgası yememek için İttihatçılar toplantıya çağrılmamışlar. Kongrede kimlerin hangi konularda konuştukları, belge ve zabıtların kaybolması yüzünden bilinmiyor. Ama bilinen bir gerçek var ki İzmir Müdafaa-ı Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti üyeleri ve Büyük Kongreye katılan delegeler ulusal bir amacın çevresinde birleşmişler ve aralarında bağlantı kurmuşlardır. Batı Anadolu’da Yunan işgal hareketinin başlamasından hemen sonra, Ege Bölgesinde yer yer kurulan direnme örgütleri, Büyük kongreye katılan delegelerin çabalarıyla meydana gelmiştir.      İzmir’in haklarını savunma yönündeki örgütlenme ve çalışmalar vali ve 17. Kolordu Komutanı olan Nurettin Paşa’dan büyük destek görmüştür. Nurettin Paşa’nın İzmir’de direniş yanlısı tutum ve desteği İstanbul Hükümetini rahatsız etmiş bunun üzerine görevinden alınarak yerine Vali olarak Kambur İzzet Bey’i, 17. Kolordu Komutanı olarak ta Ali Nadir Paşa’yı tayin etmiştir. Bu tarihten sonra İzmir'in askeri ve mülki yetkilileri olan Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa ile Vali Kambur İzzet böyle bir teşebbüse karşı koyamayacak kadar basiretsiz insanlardı. Bir yanda İzmir gibi büyük bir şehrin ve büyük bir ilin kaderini elinde tutan Vali Kambur İzzet, beceriksizlik ve miskinlik içinde köşesine çekilmiş acı sonunu beklerken, öte yandan emrinde beş tümenlik askeri güç olduğu halde hiç direnmeden İzmir’i Yunanlılara teslim etmeye hazır17. Kolordu Komutanı, Ali Nadir Paşa. Ali Nadir Paşa yazdığı bir günlük emirde bütün kolordu subaylarını kışlaya toplamış kimsenin dışarıya çıkmasına izin vermemiştir. Resmi makamlardan direniş konusunda bir işaret alamayan İzmir’in Türk halkı şehri Yunan işgalinden kurtaracak çareyi kendisi aramaya başlamıştır.

14 Mayıs sabahı saat 10.00 sularında Müttefikler Komutanı Amiral Calthorpe, Kolordu Komutanı ve Valiye, İzmir'in işgaline ilişkin notayı verdi. İtilaf Devletleri ilk verdikleri nota da İzmir’in itilaf kuvvetlerince, ikinci notada ise İtilaf Devletleri adına Yunanistan tarafından işgal edileceği bildirilmiştir. İzmir’in işgal edileceği haberi şehirde dilden dile dolaşmasına karşın kentin valisi İzzet Bey son ana kadar işgal haberinin yalan olduğunu söylemiş, işgal haberini halktan gizlemiştir.  14-15 Mayıs gecesi İzmir’de büyük bir toplantı düzenlenerek olası işgal protesto edilmiştir. Yunanistan’ın İzmir’i ilhak’ını reddetme anlamına gelen “Redd-i İlhak Cemiyeti” kurulmuştur. 

               Amiral Calthorpe'un notasını müteakip “İzmir Redd-iİlhak Cemiyeti” bütün vilayet, sancak, kaza, nahiye ve belediye başkanlıklarına, İzmir ve havalisinin işgal edilmekte olduğunu telgraflarla duyurmuştur. Müdafaa-ı Hukuk-u Milliye Cemiyeti ise bir beyanname yayınlayarak, Darülfünun hocalarına, aydınlara devlet adamlarına ve bu arada Amerika temsilcisine, "Türklerle meskun memleketlerin ayrılmaz bîr bütün halinde kalması lüzumunda katiyetle ısrar edileceğini" bildirmişlerdi. Yine aynı gün Amiral Webb saat 11. 00 sularında Damat Ferit Paşa'yı konağında ziyaret ederek bir nota sundu. Buna göre, İzmir civarındaki durum dolayısıyla ve Mütareke’nin hükmüne göre İzmir Türk tabyaları derhal müttefik kuvvetlerine teslim edilecekti. Saat 12. 40'da Webb Damat Ferit'le ikinci kez görüştüğünde Paşa, İzmir'deki gelişmenin kendisine başka felaketlerin ve İmparatorluğun son parçalanışının başlangıcı gibi göründüğünü ve ancak padişahla kişisel ilişkileri ve saygısının sonucu olarak istifa etmediğini belirtti.

Venizelos’un gayretleri ve diğer taraftan büyük devletlerin onu desteklemesi sonucunda karar bağlanan İzmir’e Yunan askerlerinin çıkarılması meselesi 15 Mayıs 1919 da uygulamaya konulmuş; işgalden 1 gün öncede 14 Mayıs 1919 Çarşamba günü Amiral Galthorpe ilki saat 09:00’da diğeri 11:30’da olmaz üzere İzmir’in Yunanlılar tarafından işgaline dair, İzmir Vali ve Kumandanlarına sert bir nota verilmiştir. Bu son gelişmeler karşısında oluşturulan “İlhak-ı Red Heyet-i Milliyesi” bir bildiri yayımlamış ve – bu gün Bahri Baba Parkı diye anılan yerdeki – Yahudi Maşatlığı’nda binlerce Türk’e seslenerek İzmir’in işgalini protesto etmiştir. Direniş yanlılarının ellerinde büyük meşalelerle toplandığı Maşatlıkta binlerce ağızdan feryatlar yükselmiş, dağınık, düzensiz gruplar yabancı gemileri, Yunan’ın İzmir’i işgal edecek olmasını saatlerce protesto ettiler. Yenikale savunma hatlarının arkasında duran nakliye gemilerindeki Yunanlılar, savaş gemilerindeki askerler, yerli Rumlar karşılarındaki öfkesi kabarmış savaşçı ruhu endişe ve şaşkınlıkla izlediler. İtilaf Devletlerini ve Yunanlıları ürküten bu protesto gösterisi 15 Mayıs sabahının ilk ışıklarına kadar devam etti. Çoluğu çocuğu, kadını erkeği, genci ihtiyarı ile sayısı 10 bin ile 50 bin arasında değişen halk topluluğu bir umutla geceyi maşatlıkta geçirmiştir. Konuşmacılar heyecanlı söylevler vermişler, güzel sesli hafızlar kuran okumuşlar, hocalar sala vermişler, aralarda işgal güçlerini protesto eden bağrışmalar olmuştur. Kalabalık belli bir amaca doğru yönlendirilmediği için zaman ilerledikçe umutlar azaldı. Kazım Özalp’ın haklı olarak ifade ettiği gibi “bu hareket miting mahiyetini aşamadı. Kararını fiile çeviremedi” Onun düşüncesi silahlı ya da silahsız karşı koymak idi. Burada toplanan mitinge katılanların amaçları, İzmir halkının Yunan işgalini sevinçle karşılamadığını göstermek idi; karışıklık ve şaşkınlık içerisinde bulunan bu kalabalık sabaha kadar protesto gösterisinde bulundu. Türklerin Yunanlıların İzmir’e asker çıkaracağı ve şehri işgal edeceğine dair endişeleri İngilizleri de tedirgin etmiştir. Öyle ki Colonel Smith’in İngiliz makamlarına gönderdiği raporu bu durumu somut biçimde gösteriyordu. “ Sabah saat iki, Mayıs 15’te Yunanlıların karaya asker çıkaracakları haberi Türkler arasında duyuldu. Haber kudurmuş bir alev gibi yayıldı”. Amiral Calthorpe’a birkaç gün içinde 675 yerden şahsı adına protesto telgrafları yağdı. 14 Mayıs akşamı Calthorpe Albay Zafiriou ile Yunan Deniz Subayı Mavroudis’i kabul ettiği zaman, bu son derece nazik durum karşısında azami itidal ve ölçü dairesinde hareket edilmesi için her ikisine de büyük bir ehemmiyetle tavsiyede bulundu ise de Yunanlı yetkililer İngilizlerin sakin olunması tavsiyesini kulak arkası ettiler. 15 Mayıs’ta olacaklar sanki bir gün öncesinden belli gibiydi.  

               Türk tarafında 14 Mayıs akşamı oluşan direniş heyecanı gece geç saatlerde sessizliğe dönüştü. İzmir Kordonboyu’nda bulunan Yunan ve Rum uyruklular ellerinde bayraklarla tezahürata başladıkları gibi Rum kızlarda mavi-beyaz elbiseleri ile sahilde toplanıyorlardı. Sahil boyunda bulunan bir bando devamlı Yunan marşları çalarken, İzmir Ortodoks Metropoliti ve öteki papazlarda işgal birliklerinin karaya çıkacakları Pasaport meydanında bekliyorlardı. Bu saatlerde, İzmir hapishanesindeki mahkûmlar, sorumlu Türk memurları tarafından kendilerine kasten verilen fırsatı değerlendirdiler ve kaçtılar. Türk memurlar, hapishane karşısındaki silah deposunun da bu mahpuslar ve halk tarafından yağma edilmesine göz yumdular. Türk memurların böyle davranmasına yol açan, ileride Yunanlılara karşı gerilla savaşı yapacak çetelerin kurulmasına yardımcı olabilmek umudu idi. Asıl işgalci birlikler karaya ayak basmadan, Amerikan, İngiliz, Fransız ve İtalyan deniz kuvvetleri, kendi konsolosluklarını ve vatandaşlarını korumak amacı ile, Yunan deniz kuvvetleri de, asıl işgalci birliklerin şehre indirileceği noktaların güvenliğini sağlamak amacı ile bazı birlikler çıkarmışlardı.

15 Mayıs 1919 sabahı saat yedibuçuk sıralarında Hasan Tahsin Konak Meydanı’nda koyu renkli takım elbisesi ile Kordon’da bekliyordu. . Sabah saat 06:00 sularında İngiliz, Fransız, İtalyan ve Amerikan gemileri eşliğinde ilerleyen Albay Zafiriou’nun kumandasında 5. Piyade Alayını Timistokles gemisi, 1/38 Efzon Alayının karargahıyla iki taburunu Patris gemisi, 1/38 Efzon Alayının bir taburu ile dağ bataryasını Atroniyos gemisi, 4. Piyade Alayının bir taburu ile bir topçu taburu ve karargahı ile bir dağ bataryasını Antifonis gemisi, 4. Piyade Alayının diğer bir taburunu Adriyanikos gemisi, Tümen Topçu Alayından bir dağ bataryasını Kalotas gemisi 4. Piyade Alayından iki bölük ile iki bataryayı Deflin gemisi, 4. Piyade Alayından kalanları Kanalopulos gemisi, Tümen istihkam ve savaş bölükleriyle bir top bataryasını Argolis, Ksenolas, Elispontos gemileri, Tümen karargahının ikinci kademesi, dağ topçu taburunun hafif silahlı kolu, tümen ikmal birliklerinden bir kolu Atina, Repolis, Elipotoharos gemileri, Tümen ihtiyaç yönetimi ile tümen topçu kumandanlığını ve 2.Topçu Taburunun silahlı kolunu Aris ve Elta gemileri taşıyordu. Geri kalanları da Orono gemisiyle tanınan bu kafileye dört Yunan torpidosu eşlik ediyordu. Tümen Kumandanı Zafiriou ile tümen karargahının savaş bölümü bu torpidolardan birine binmişti. Averof ve Limnos savaş gemileri diğer savaş gemileri ile birlikte daha önce İzmir’e gelmiş, liman dışında demirlemişlerdi. Yunanlıların Lyon torpidosu, İngiliz ve Fransız torpidoları Pasaport önünde rıhtıma yanaşmıştı.

Yunan gemileri; saat 07:00 civarında ilk birlikleri karaya çıkarak Alsancak ve Pasaport Karakollarını işgal ettiler. İşgalin fiilen başlaması üzerine Rumlara ait fabrikalar başta olmak üzere kiliseler düdük ve canlarını çalmaya başladılar. Önce Yunan gemilerinden Patris ve Atronitos isimli gemiler Pasaport’a yanaştı ve bir grup Yunan Efzon Alayı saat 08.55 sıralarında askeri gemiden inerek karaya çıktı. Temiastokles gemisi ise 5’nci Piyade Alayını Punta iskelesine çıkardı. Bunlar Punta'dan ilerleyerek Kadifekale’yi işgal edeceklerdi. Bu esnada onbinlerce yerli Rum ellerindeki Yunan bayrakları ve çiçekler ile Kordonboyu'nu kaplamışlardı. Rıhtımdaki irili ufaklı bütün binalar Yunan bayraklarıyla donatılmıştı. Vapurlar, fabrikalar düdük ve sirenleri öttürüyorlar,  şehirdeki kiliselerin çanları durmaksızın çalıyordu. Bunların yanında Yunan milli kıyafetleri içerisinde silahlı Rum gençleri ve diğer azınlıklar bulunuyordu. Metropolit Hrisostomos ve yanındaki papazlarda karaya ayak basan efzun alaylarını takdis ettikten ve geleneksel tuz ve ekmek sunma merasimi yapıldı. Metropolit Yunan bayrağını öptü ve bu esnada ağladığı görülüyordu. İlk Yunan taburu Albay Stavrianos komutasında yaya olarak Hükümet Konağı, kışla, Kokaryalı istikametinden Karantina'ya doğru yürüyüşe geçti. “Zito Venizelos” sloganları ile bir saatte Konak Meydanına gelen Efzun Alayı birlikleri önünde gönüllü Rum gençlerinden oluşan milisler gidiyordu. Yürüyüş kolunun baş tarafı, kışla hizasını geçip yola saptıktan sonra, Hasan Tahsin kalabalığın arasından sıyrılarak öne geçti. Tahsin'in sesli bir şekilde "Olamaz, olamaz, böyle ellerini sallaya sallaya giremezler" diye söylendiği duyulmuştur. Hasan Tahsin daha sonra yanında bulunan rövolver  ile Yunan Birliğine ilk ateşi açtı. İlk anda isimleri Basile Delaris ve Jorj Papakostos olan iki Efzon askerini öldürmüştü veya bazı anlatımlara göre ise Hasan Tahsin sadece Yunan Efzun Alayı'nın bayraktarını öldürdüğü belirtilmekte ve bu görüş daha fazla kabul görmektedir. Tahsin tabancasındaki tüm fişekleri Yunan askerlerine karşı ateşlemişti. Böyle bir direniş beklemeyen Yunan Alayı şaşırmıştı. Daha sonra ise yanında fazla yandaşı olmayan Tahsin, Yunan Alayı tarafından açılan ateş ve ardından süngüleme sonucunda, Kordonboyu'nda kalabalığın önünde henüz 31 yaşında yaşama veda etti. Hasan Tahsin'in cesedi ise İzmir Saat Kulesi altında bulunmuştur. Hasan Tahsin'in işgal askerlerine sıktığı ilk kurşun, Türk Kurtuluş mücadelesinde diğer yerlere de örnek teşkil etti. Aydın ve Balıkesir'de işgale karşı direniş baş gösterdi. Çerkez Ethem Yunan işgaline karşı efeleri toparladığı gün Demirci Efe ayağa kalkarak; "Bir genç düşmana ilk kurşunu sıkmış, bundan sonrası bize düşer!" demiştir. Peki, 1918 – 19 yıllarında Hukuk-u Beşer yani insan hakları adıyla bir gazete çıkaran insan haklarını savunarak emperyalizme karşı bayrak açan Hasan Tahsin kimdi?

               15 Mayıs 1919 Perşembe günü, Yunanlılara ilk kurşunu atan Hasan Tahsin, gerçek adıyla Osman Nevres olaydan 31 yıl önce 1888’de Selanik de doğmuştur. Ona Osman Nevres adını verdiler. Hasan Tahsin takma adını, 1914’te Buxton kardeşleri vurmak için Romanya’ya gittiği sırada alacak ve bir daha bırakmamacasına benimseyecektir. Babasının adı Recep, annesinin ise Rabia’dır. Osman Nevres’in Binnaz ve Melek adlı iki kız kardeşi ve Mehmet Recep adında bir ağabeyi vardı.

               Öğrenim çağına gelince, Mustafa Kemal'in de okuduğu Şemsi Efendi okuluna gönderildi. Daha sonra, yine Selanik'deki Feyziye Mektebi'ne gitti. Mektebin müdürü daha sonraları İttihat Terakki'nin Maliye Nazırlığını yapacak olan Cavit Bey'di. Osman Nevres, zeka ve çalışkanlığı ile Cavit Bey'in dikkatini çekmiştir. Daha sonraları ailesi ticaret yapmak için İstanbul'a yerleşmesine rağmen Osman Nevres gitmeyerek, Cavit Bey'in gözetimi altında kaldı. Okulu tamamlayınca, ülke sorunlarıyla ilgilenmek, siyasetiyle uğraşmak hevesiyle İstanbul'a gelir (1907). 1907 yılında İstanbul’a gelen Osman Nevres’in kısa bir sürede olsa kız kardeşi Melek Gökmen’in verdiği bilgilere uygun olarak Darülfünuna gitmiş olmalıdır. Fransa’ya gidişi 1908 devriminden sonra, 1909-1910 yıllarına rastlar. Bu olanağı Cavit Bey’e dolayısıyla İttihat ve Terakki’ye borçlu olduğu kuşkusuzdur. İstanbul yıllarında İttihat ve Terakki hükümeti ile çalıştı. Resmiyete şimdilik intikal etmemek şartıyla İttihat ve Terakki yöneticileri Teşkilat- ı Mahsusa için çalışacak dil bilen kültürlü elemanlar yetiştirmek amacıyla Avrupa’ ya talebe göndermeye karar verdiler. Bu arada Hasan Tahsin İttihat ve Terakki’nin bursu yardımıyla Teşkilat- ı Mahsusa için, Paris yolunu tuttu. Sorbonne’ a direk olarak kabul edildiği için önce “Büyük Lui Lisesi” ne kaydoldu. Bir müddet sonra üniversite sosyoloji bölümüne kabul edildi.

1909 ve 1914 yılları arasında İttihat Ve Terakki tarafından burslu olarak Fransa'ya gönderilir. Paris'de Sorbonne Üniversitesine kaydolan Osman Nevres, "siyaset bilimleri" eğitimi görmeye başladı. Daha sonra Hukuk-u Beşer gazetesindeki yazılarından öğrendiğimize göre burada Belçika'lı sosyalist Emile Vandervelde'nin konferanslarını izlemiştir. 1914'ün ilk aylarında İstanbul'a dönmüş olduğu yönünde bulgular vardır. Sorbonne'un siyasal bilimler bölümünü bitirdiğine ilişkin somut hiçbir bilgi elde edilememiştir. Burada Monj Sokağı 51 numaralı apartmanın bir dairesinde daha sonra Emekli Tümgeneral olan Mazlum Boysan ile birlikte kalmıştır. Öğrenim gördüğü esnada Trablusgarb’ı işgal eden İtalya’yı protesto etmek için Mısır’lı öğrenci lideri Şeyh Dayef ile birlikte mitingler düzenlemiştir. Osman Nevres’in hayatından diğer ilginç bir gelişmede Paris’te geçmektedir. Paris’te kaldığı dönemde kaynaklarda anlatıldığına göre; Trablusgarp Savaşının sürdüğü günlerde Osman Nevres, bu savaşla ilgili bir filmin Paris’in ünlü sinemalarından Olimpia’da gösterildiğini duymuştu. Filmi seyretmeye giden Osman Nevres filimde Türklerin kötülendiğini, barbar ve zalim insanlar olarak gösterildiğini görünce dayanamamış ve oturduğu sandalyeyi perdeye fırlatmıştı. (Kimi kaynaklarda da tabancayla ateş edildiği belirtilmiştir.) Beyaz perde boydan boya yırtılmıştı. Sandalyenin arkasından Osman Nevres’te sahneye fırlamış ve Fransızca “ışıkları yakın” diye bağırmıştı. Seyircilerin korku ve şaşkınlık içinde bağırmaları üzerine makinistin filmi durdurarak ışıkları yakmasının ardından Osman Nevres“benim sizlerden ne farkım var? Sorbonne Üniversitesinde okuyor ve sizin dilinizi konuşuyorum. Bende Türküm, Türkler bu filimde gösterildikleri gibi vahşi ve zalim insanlar değillerdir. Onlarda en az sizin kadar uygardırlar” diye bağırmıştı. Böyle bir davranışın, ruhsal yapısı gereği, olmadık zamanlarda, en beklenmedik işleri yapan, mantığı yerine duygu ve heyecanlarıyla hareket eden Hasan Tahsin tarafından gerçekleştirilmesi gayet doğaldı.

                    Osman Nevres’in Fransa’daki eğitimini bitirip bitirmediğini kesin olarak tespit edememekle birlikte Osmanlı istihbaratı kadrosuna bu yıllarda katıldığını ve eğitimi sırasında bu kimliği doğrultusunda haber alma, İttihatçı muhaliflerin takip edilmesi ve özelliklede Trablusgarp ve Balkan savaşları sırasında başta Fransız ve Avrupa kamuoyunu etkilemek için dönemin bazı tanınmış gazete yazarlarını etkileme ve Türk tarafının tezlerini anlatma görevlerini aldığını bilmekteyiz. Bu görevi doğrultusunda Osman Nevres eğitimi sırasında tüm Avrupa ülkelerini dolaşmıştır. Osman Nevres’in bu dönemdeki en yakın çalışma arkadaşları ise kendisi gibi Fransa’da eğitim amacıyla bulunan ve en azından bu yıllarda Osmanlı istihbaratı adına çalıştığını bildiğimiz. Dr. Mazlum Boysan ve Ertuğrul Baykal’dı.

                         Balkan Savaşlarının bittiği tarihe kadar Avrupa’da bulunan Osman Nevres, Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurulmasından sonra İstanbul’a geldi. Osman Nevres’in Buxton kardeşleri takip etme görevini aldığı zamana kadar İstanbul’da olduğunu biliyoruz.  Osmanlı Devletinin I. Dünya Savaşına girdiği sırada Balkanlardaki ufak bir pürüzün ortadan kaldırılması gerekmekteydi; İngiltere için çalışan ve Osmanlı karşıtı milliyetçiliği örgütleyen, Balkan Komitesinin Başkanı Noel Buxton ile kardeşi Leland Buxton. Bu günlerde Buxton kardeşlerin Balkan Komitesi adına Romanya’ya gideceğinin öğrenilmesi üzerine, İttihat ve Terakki Hükümeti bu iki kişiyi ortadan kaldırmak için harekete geçti. Çünkü Coğrafi konumuyla İttifak Devletlerini meydana getiren Türkiye ve Bulgaristan’la Almanya ve Avusturya-Macaristan’ı tam orta yerinden bölen Romanya’nın kaybedilmesinden korkuluyordu. Böyle bir durumda Romanya’nın İtilaf Devletlerinin yanında yer alması İttifak Devletlerinin birbirleriyle olan bağlantılarının tümüyle kesilmesine yol açabilirdi. Suikast görevi yeni kurulmuş olan Teşkilat-ı Mahsusa tarafından Osman Nevres’e verildi. Bu görevlendirmenin Teşkilat-ı Mahsusa tarafından mı yoksa Osman Nevres (Hasan Tahsin) 'in kendisi tarafından mı üstlenildiğine dair bir bilgiye ulaşılamamıştır.              

Osman Nevres’in kendisi gibi Teşkilat-ı Mahsusa kadrosu içinde yer alan ve başlangıçta İttihat ve Terakki örgütü adına çalışmalarda bulunan ve daha çok Silahçı Tahsin olarak bilinen Hasan Tahsin ise 1883 yılında İstanbul’da doğdu.  Babası istihkam Binbaşı Mehmet Bey gibi askerlik mesleğini seçen Hasan Tahsin, Harp Okulu’ndan Mustafa Kemal’in sınıf arkadaşıdır. İlk görev yeri Van olan Hasan Tahsin daha sonra Kuleli Askeri Lisesi’ne öğretmen olarak atandı.31 Mart Olayı’nı bastıran Hareket Ordusu’nda görev alan Hasan Tahsin daha sonrasında askerlik görevinden ayrıldı.  Basın hayatına atılan Silah ve Salah isminde kısa ve uzun ömürlü gazeteler çıkaran Hasan Tahsin bu dönemde yazdığı ağır ve hakaret dolu yazılardan dolayı yargılanır.

                   Dönemin birçok önde gelen dergi ve gazetelerinde yazıları çıkan Hasan Tahsin kurulmasından kısa bir süre sonra Teşkilat-ı Mahsusa’ya katıldı. İlk görev yerlerinden birisi Teşkilat-ı Mahsusa’nın çok önem verdiği Balkanlardı. Bu doğrultuda Teşkilat-ı Mahsusa’nın Hasan Tahsin’e verdiği görev Trakya ve Makedonya’daki Türk çetelerinin örgütlenmesini sağlamak ve kontrol etmekti. Ancak Hasan Tahsin kendinse görev yeri olarak verilen Nevrekop bölgesine gitmek yerine Sofya’ya gitmeyi tercih etti. Burada Harp Okulu’ndan sınıf arkadaşı olan ve Sofya’da Askeri Ateşe olarak görevli bulunan Mustafa Kemal’i ziyaret eden ve yeni kimliğini açıklayan Hasan Tahsin, Mustafa Kemal’in uyarılarını dikkate almadan görev yerini terk ederek İstanbul’a döner.  Hasan Tahsin kısa bir süre sonrada Teşkilatı-Mahsusa tarafından görevini yerine getirmediği ve görev yerini izinsiz terk ettiği gerekçesiyle cezalandırılarak öldürülür.

Kesin tarihini tam tespit edememekle beraber en erken 1913 yılı sonunda, en geç 1914 yılı başında öldürülmüş olduğunu tahmin ettiğimiz Hasan Tahsin’in kimliği 1914 yılında Buxton kardeşleri takip etme görevi verilerek Bulgaristan’a gönderilen Osman Nevres’e verilir. Osman Nevres ya da yeni kimliğiyle Hasan Tahsin o yıllarda Teşkilat-ı Mahsusa kadrolarında çalışan Talha ve Velid Ebuzziya Beyler’in çıkardığı Tasvir-i Efkar gazetesinin muhabiri olarak Bulgaristan’a gönderilir. Hasan Tahsin’in Bulgaristan’a gönderilmesi ve Sofya’daki otele yerleştirme görevi ise Talha ve Velid Ebuzziya Beyler’in çok yakın arkadaşı olan ve Hasan Tahsin’in gerçek kimliğini ve görevini bilmeyen Nevrekoplu Celal Bey’e verildi. Celal Bey Hasan Tahsin’i önce Sofya’daki Makedonya Oteli’ne daha sonrada Hasan Tahsin’in isteğiyle Buxton kardeşlerin kaldığı Bulgaria Oteli’ne yerleştirdi.

                  Aslında Buxton kardeşlere suikast Sofya’da Balkan Komitesi şerefine verilen bir konserde gerçekleştirilecekti. Ancak çok kalabalık olan konser salonuna giremeyen Hasan Tahsin bu ilk suikast girişiminde başarılı olamadı. Suikast girişiminin Bulgaristan’da yapılmamasının bir diğer sebebi de Bulgar ceza yasalarına göre suikast girişimine katılanlara verilen idam cezasıydı.

                  Buxton kardeşlerin peşini bırakmayan Hasan Tahsin Buxton kardeşlerin Bulgaristan’ı terk etmesi sonrasında aynı trenle Romanya’nın başkenti Bükreş’e geldi. Buxton kardeşlerin yerleştiği Athena Palace Oteli’ne ve onların yerleştiği odanın yan tarafına yerleşir. Bükreş’te Buxton kardeşlerin tüm görüşmelerini çok yakından takip eden Hasan Tahsin suikast için en uygun zamanı bulmaya çalışır. Bulgaristan’dan farklı olarak Romanya’da soğuk karşılanan ve Romen Kralı Carol’dan bekledikleri ilgiyi göremeyen Buxton kardeşler tüm gayretlerine rağmen Romen hükümetini ve kralı İngiliz hükümetinin istekleri konusunda ikna edemezler. Buxton kardeşlerin kralla yaptıkları görüşmeden kısa bir süre sonra ölmesi tüm dengeleri değiştirir. Bazı Romen gazeteleri 48 yıl boyunca ülkeye hizmet eden kralın Buxton kardeşlerle yaptığı görüşmeden kısa bir süre sonra kuşkulu bir şekilde ölmesini Buxton kardeşlerin tek taraflı ve kendi çıkarlarına yönelik girişimlerinin bir sonucu olarak değerlendirir.

                   Hasan Tahsin Buxton kardeşlere karşı suikast için uygun zamanı Kral Carol’un cenaze törenine gitmek için 15 Ekim 1914 sabahı Athena Palace Oteli’nden yanlarında eski Bulgaristan Başbakanı Geşof’un oğluyla birlikte ayrıldıktan kısa bir süre sonra gerçekleştirir. Kalabalığın arasından sıyrılan Hasan Tahsin at arabasında bulunan gurubun üzerine yedi milimetrelik bir tabancayla altı el ateş eder.

                   Corabia sokağından Episkopia sokağına geçilmek üzereyken gerçekleşen bu suikast girişiminden Charles Buxton göğsünden,  kardeşi Noel Buxton ise çene kemiğinden yaralanır. Bir kurşunda eski Bulgaristan Başbakanı Geşof’un oğlunun şapkasına isabet eder. Buxton kardeşlere olay yerinde yapılan ilk müdahaleden sonra Elisabetha Hastanesine kaldırıldılar. Buxton kardeşlerin buradaki tedavileri Profesör Toma İonescu tarafından  takip edildi.Büyük bir ziyaretci akınına uğrayan hastaneyi ziyaret edenler arasında Bükreş’teki Türk Büyükelçisi    Sefa  Bey’de  bulunmaktaydı.         

                   Suikast girişiminde bulunan Hasan Tahsin kalabalık içinde fazla uzaklaşamadan Dimutru Draghici ismindeki bir polis memuru tarafından yakalandı.

                   Dönemin Balkan ve Avrupa basınında geniş bir şekilde duyurulan bu suikast girişimini yabancı basın ve özelliklede Romen basını Osmanlı istihbarat servisinin bir operasyonu olarak değerlendirdi.  Yabancı basın Türkler’in Balkan komitesini iki üyesinin iki Balkan Savaşına sebep olmasından dolayı cezalandırıldığını yazdı. Osmanlı basınında ise suikast girişimini en geniş şekilde okuyucularına duyuran Tasvir-i Efkar gazetesiydi. Gazete suikast haberini ‘Bir İslam Düşmanını Akıbeti “başlığıyla okuyucularına duyurdu.

                  Olaydan hemen sonra tutuklanan Hasan Tahsin Romen polisinin tüm araştırmaları ve soruşturmasına rağmen gerçek kimliğini söylemedi. Suikastı kendi inisiyatifiyle ve hiçbir kuruma bağlı olmadan gerçekleştirdiğini söyledi. Sorgulamalarda yanıltıcı bilgiler verdi. Bu doğrultuda yargılama sürecinde Romen yetkililerin Avrupa’nın tüm başkentlerinde ve İstanbul’da Hasan Tahsin ‘in gerçek kimliğini öğrenmek için yaptıkları araştırmadan da sonuç alamadılar. Rosenberg takma ismini kullanan ve suikast girişimine yardım ettiği söylenen ve Osmanlı istihbaratının bir üyesi olduğu yazılan kişide tüm araştırmalar rağmen bulunamadı.

                  Burada çok ana hatlarıyla verdiğimiz bu suikast girişimi ve sonrasındaki uzun ve karışık bir yargılama süreci sonrasında Osman Nevres gerçek kimliği deşifre olmadan Hasan Tahsin kimliğiyle yargılanarak 1915 yılında beş sene hapis cezasına çarptırıldı. Yargılamayı yapan mahkeme suikast girişimini kişisel bir eylem olarak değerlendirdi.                    

    1916 yılında Türk Ordusu’nun Bükreş’e girmesiyle birlikte serbest bırakılan Hasan Tahsin buradan İsviçre’ye geçti.  1918 yılına kadar burada kalan Hasan Tahsin burada bulunduğu süre içerisinde de yine Teşkilat-ı Mahsusa adına çalışmalarda bulundu. 1918 yılı başında yine özel bir görevle geldiği İzmir’de kartvizitlerini Hasan Tahsin Buxton olarak bastıran Osman Nevres çıkardığı Hukuk-u Beşer gazetesindeki makaleleriyle kamuoyunu aydınlatan yazılar yayınlarken aynı zamanda da gizli yeraltı çalışmalarını şehit edildiği tarih olan 15 Mayıs 1919’a kadar Hasan Tahsin kimliğiyle sürdürdü. 1917 yılı sonlarında İsviçre’den İstanbul’a dönen Osman Nevres artık tümüyle değişmiş İttihat ve Terakkinin karşısında yer almış durumdadır. Düşüncelerindeki bu değişiklikten sonra onu İstanbul’da tutmaları beklenemezdi. Nitekim kendisinin İzmir’e gitmesini ayarlayacak olan Talat Paşa olacaktır.

1918 yılının ortalarında İzmir’e gelen Osman Nevres’ten bundan böyle Hasan Tahsin adıyla söz etmek yerinde olur. İzmir’e geldiğinde Frenk mahallesinde iki katlı tipik bir Rum evini kiralamıştı. Bu ev Birinci Kordon'daki Sporting Kulüp'ün birkaç sokak arkasına düşüyordu. İzmir’e gelen Hasan Tahsin Frenk Mahallesindeki evle birlikte, Aya Fotini Kilisesinin tam karşısındaki Bakırcıyan Ferhanesinin 47 – 49 numaralı odalarını kiralayarak ticaret hayatına atılmıştır. Kendisine verileceği söylenen vagonları alamadığı için, ticarette başarı kazanamadığı bilinir. İzmir’de arkadaşıyla birlikte Osmanlı Sulh ve Selamet Cemiyetinin yayın organı olarak “Hukuk-u Beşer”i çıkardı ve bu gazetenin başyazarlığını yaptı. Ancak gazetede kaleme aldığı kadın hakları ve özgürlüğüyle ilgili bir yazı nedeniyle katı ve bağnaz bir Müslüman olan Nurettin Paşa’nın emriyle gazete kapatılır. Çağdaş bir yaşam idealinde olan Hasan Tahsin kadın hakları ve özgürlüğünü savunmuş, onların yüzlerini açmalarını ve erkeklerle birlikte eğlence yerlerine gidebilmelerini, toplum hayatına katılmalarını ifade etmişti. İzmir'de bulunduğu yıllarda daima koyu renk elbiseler giyiyordu. Tek bir kez olsun, onu başında fesle İzmir sokaklarında dolaşırken gören olmamıştır. Ardından bir süre için “Sulh ve Selamet Gazetesi” ni çıkaran Hasan Tahsin burada mütarekeden sonra savaşla birlikte türeyen sınıfı eleştiren seri yazılar yayınlamıştır. Türkiye’deki durum, özellikle bu yıllarda, Türk halkı ve köylüsü için daha da zorlaşmıştır. Hükümetin Milli iktisat politikası, Türk burjuvazisi ve tüccarı yerine, ortaya çıkara çıkara vurgunculardan, karaborsacılardan kurulu bir savaş zengini sınıf çıkarmıştı. Türk halkı ve köylüsü için ortada gene değişen bir durum yoktu. I. Dünya Savaşı'ndan önce azınlıklar ve yabancılar tarafından sömürülen Türk halkı, bu kez Türk tüccarı tarafından daha da acımasız bir şekilde sömürülmeye başlanmıştı. Bu şartlarda gazetesini çıkarıp yaşatma çalışmaları yapan Hasan Tahsin bunda fazla başarılı olamaz ve gazetesi kapatılır. Daha sonra bir süre için Sulh ve Selamet gazetesini çıkaran Hasan Tahsin burada mütarekeden sonra savaşla birlikte türeyen bu sınıfı eleştiren seri yazılar yayınlamıştır. Bu gazete aynı zamanda, daha sonra parti haline gelen Osmanlı Sulh ve Selamet Cemiyeti'nin İzmir'deki organı durumundaydı. Hasan Tahsin'in emperyalizme karşı olan bu mücadelesiyle beraber, 2 Mayıs 1919'da İngiltere Başbakanı Lloyd George, Fransa Başbakanı Clemenceau ve ABD Başkanı Wilson İzmir'in işgali sorununu görüşmeye başladılar. Görüşmeler, İtalyanların dışında olarak 11 Mayısa kadar sürdü. 7 Mayıs günü yapılan toplantıya Yunan Venizelos'ta katılmıştır. 12 Mayıs'ta İtalyanlar tekrar katıldılar. Bu tarihte İzmir'in işgali kararı, oluşan bu konsey tarafından alındı. Karar 13 Mayıs'ta Yunanlılar tarafından uygulamaya geçirildi. 14 Mayıs çarşamba günü, İzmir Valisi İzzet Bey ile 17. Kolordu Kumandanı Ali Nadir Paşa'ya işgal notası verildi. Bu notadan sonra İzmir'de çeşitli cemiyetler ilhak hakkında halkı bilgilendirme ve harekete geçirmek için çalışmalar yapmıştır. Bu konuda İzmir'in büyük alanlarında Maşatlıkta çok büyük bir miting yapılmış, burada tüm halka ilhak ve işgalin detayları aktarılmaya çalışılmıştır. Maşatlık mitinginden sonra Hasan Tahsin halkta aradığı hareketi bulamadığı ve yeterli direnme gücünün olmadığını üzülerek tespit etmiştir. 14 Mayıs günü tüm olanlardan ve aradığı direnişi Validen, kolordudan ve halktan bulamayacağını anlayan Hasan Tahsin tek başına direnmeyi kafasına koymuştur. Bu gazete aynı zamanda, daha sonra parti haline gelen Osmanlı Sulh ve Selamet Cemiyetinin İzmir’deki organı durumundaydı.

Hareketli ve çalkantılı bir hayat süren Hasan Tahsin’in, 14 Mayıs Çarşamba günü İzmir Valisine şehrin işgal edileceğine dair verilen notadan sonra, Maşatlıkta yapılan mitingde aradığı canlılığı bulamaması nedeniyle tek başına direnmeyi kafasına koyması, onun yaşamının nihai adımı olacaktır. Ertesi gün işgal kuvvetlerinin Konak meydanına geldiği sırada Hasan Tahsin tabancasını ateşleyerek atının üzerinde olan ve elinde Yunan bayrağı taşıyan Yunanlı Teğmeni vurmuştur. Ancak sonra kurşun yağmuruna tutularak kendisi de orada şehit düşmüştür. Kısa ve renkli hayatı, İzmir’de noktalandığında, Kurtuluş savaşının kıvılcımını yakan Hasan Tahsin 31 yaşındaydı. 

1972 yılında İzmir Gazeteciler Cemiyeti başkanı rahmeti Sabri Süphandağlı’nın öncülüğünde başlatılan Hasan Tahsin Anıtı Yaptırma Kampanyası, bazı çevrelerce tepkiyle karşılandı. Bu çevreler İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edildiği gün olan 15 Mayıs 1919’da ilk kurşunu gerçek ismi Osman Nevres olan Hasan Tahsin’in atmadığını ileri sürüyorlardı. Çok açıkça ifade edilmemesine rağmen basına da yansıyan çok sert tartışmalarda bu düşünceyi ileri sürenleri bu davranışa yönelten iki neden vardı. Birincisi; 15 Eylül 1914 tarihinde Romanya’nın başkenti Bükreş’te Charles Roden ve Noel Buxton kardeşlere suikast girişiminde bulununcaya kadar ateşli bir İttihat ve Terakki yanlısı olan ve Teşkilat-Mahsusanın ilk kadrolarında önemli görevler üstlenen Hasan Tahsin’in, 1916 yılına kadar hapis yattığı Romanya’daki hapishaneden kurtulduktan sonra acımasız bir Enver ve Talat Paşa düşmanı kesilmesi. İkinci olarak ta 1918 yılının başlarında yine özel bir görevle geldiği İzmir’de yayımladığı Hukuk-u Beşer ile Sulh ve Selamet gazetelerinde çoğu kendinse ait olan bazı baş makalelerde  “Sosyalist” olduğunu söylemesi ya da ima etmesiydi. Ayrıca bu düşüncede olanlar müstakil bir anıt yerine işgal günü hayatını kaybedenleri ifade eden anonim bir heykelin dikilmesini istiyorlardı.

1972–73 yıllarında İzmir basınında süren hararetli tartışmalar sonunda, Genel Kurmay Başkanlığı’nın İzmir Garnizon Komutanlığı’na gönderdiği 12 Aralık 1972 tarihli yazısında ”… 15 Mayıs 1919 günü Yunanlılara atılan ilk kurşunun, gazeteci Hasan Tahsin tarafından atıldığının kabul edilmesi gerektiği…” belirtilmesine rağmen, anıtın adı “İlk Kurşun Anıtı” olarak değiştirildi.

Karşıt görüşte olanlar, zaman zaman kırıcı olmaktan çekinmezken, Hasan Tahsin’in ilk kurşunu attığını savunanlar daha ağırbaşlı davranmışlar, bir takım önemli ve ciddi kanıtlarla kamuoyu önüne çıkmaya ve onları kendi yanlarına almaya çalışmışlardır. Ama bu çabalar, kısa yaşamı boyunca birbiri ardına gelen talihsizliklerden kurtulamayan Osman Nevres Recep’i ölümünden tam 53 yıl sonra, aynı kötü yazgının kurbanı olmaktan kurtarmaya yetmemişti.

O günlerden geriye Hasan Tahsin’in savunucularının dört kitabı kalmıştır. Bunlardan ilki önce Demokrat İzmir gazetesinde uzun bir tefrika olarak yayınlanan ve daha sonrasında da Milliyet yayınlarından ödüllü bir kitap olarak çıkan Nurdoğan Taçalan’ın “Ege’de Kurtuluş Savaşı Başlarken “ kitabıdır. Kitap çok kısa bir zamanda kurtuluş savaşı ve Hasan Tahsin’e ilişkin yapılan çalışmalarda temel bir kaynak olmuştur. Nurdoğan Taçalan’ın bu çalışması hala değerini korumaktadır. Zeynel Kozanoğlu’nun İzmir Gazeteciler Cemiyeti Yayını olarak çıkan “Anıt Adam Osman Nevres” ile Prof. Dr. Bilge Umar’ın Bilgi Yayınları arasında çıkan “İzmir’de Yunanlıların Son Günleri” adlı kitaplar ise, Hasan Tahsin’in hayatına ilişkin tüm yayımlanmış bilgileri toplayıp, onun ilk kurşunu atan kişi olduğunu kanıtlamaya çalışıyordu. Zeynel Kozanoğlu’nun kitabının, Hasan Tahsin’in Bükreş Hapishanesi’nden kız kardeşlerine yazdığı mektuplardan dokuzunu gün ışığına çıkarması bakımından önemi vardır. Prof. Dr. Bilge Umar’ın yapıtında ise, Hasan Tahsin ve İzmir’in işgali, kitabın büyük bir bölümünü kaplamakta,   İzmir’de ilk kurşun’un kimin tarafından atıldığı konusunu her yönüyle incelemektedir. Bu iki kitapta konuya ilişkin yapılan çalışmalarda temel bir kaynak olarak kullanılmaktadır. Son olarak ise bu alanda Hasan Tahsin’e duyduğu sevgi ve saygısını “Beni İlkkurşun yetiştirdi” diyecek kadar ileri götüren Yaşar Aksoy’un “Hasan Tahsin- Yürekler Selanik” eserinden söz etmeden bu konunun doğru anlaşılamayacağını belirtmek isterim. Aksoy büyük ses getiren çalışmasında     “Türkiye'nin emperyalizme karşı direniş tarihinden çarpıcı sayfalar eşliğinde, Şehit Gazeteci Hasan Tahsin'in, Selanik'ten Paris, İsviçre, Romanya, Londra ve İzmir'e uzanan fırtınalı yaşamını, Selanik'in yetiştirdiği ve İzmir'in işgalinde düşmana ilk direnişi göstererek şehit olan bir sosyalist vatanseverin fırtınalı hikâyesini ortaya koymaktadır.

İlkkurşun tartışmaları bugün bile hala bütün spekülasyonlarıyla devam etmekte.  Hasan Tahsin’e itiraz edenler hala somut bir belge kaynak ortaya koyabilmiş değiller.  Oysa sadece Asaf Gökbel’in İzmir’in işgalini tanıklıklar eşliğinde anlattığı “Milli Mücadele’de Aydın” kitabında ilkkurşun’un Hasan Tahsin tarafından atıldığını belgelemesi bile Hasan Tahsin’i gündemden düşürmeye çalışan kara propaganda ürünü makale ve belgeleri çoktan çürütmüş, tarihin çöplüğüne atmış, Emperyalizme atılan İlkkurşun’u Hasan Tahsin ile taçlandırmıştır.   

               Hasan Tahsin adına, İzmir Gazeteciler Cemiyeti tarafından her yıl "Şehit Gazeteci Hasan Tahsin Gazetecilik ve Gazetecilik Teşvik Yarışması" düzenlenmektedir. Yarışma Türkiye'de basın-yayın organlarının düzenlediği yarışmaların en eskisi olma özelliğini taşımaktadır. İzmir ili Konak ilçesinde aynı zamanda İzmir Saat Kulesi’nin de bulunduğu Konak Meydanı’nda, meydanın kuzey bölümünde İzmir Büyükşehir Belediye Binasının güneyinde kalan alanda 1973 yılında yapılan Hasan Tahsin İlk Kurşun heykeli ve anıtı bulunmaktadır. Ölümünün yıldönümü olan 15 Mayıs tarihlerinde ve zaman zaman, bazı sivil toplum kuruluşlarınca anıtın önüne çelenk konularak, Hasan Tahsin’in anısı ve düşünceleri yaşatılmaya çalışılmaktadır. Ayrıca yazar Yaşar Aksoy’un bir ara başkanlığını yürüttüğü "Hasan Tahsin'i Yaşatma Derneği" isimli bir dernekte Hasan Tahsin’in tarihi kişiliğini düzenlediği toplantılar ve etkinliklerle yeni kuşaklara tanıtma gayreti içinde bulunmuştur. Hasan Tahsin'in kesin olmayan bilgilere göre, cenazesi, ailesi tarafından Harmandalı'da bir yakınlarının çiftliğine gömüldü ve gıyabi mezarı İstanbul'da yapıldı.                                                                                                                                                                         

KAYNAKÇA

  • Makale’nin hazırlanmasında önemli bilgi ve  belge paylaşımında bulunan yardımını esirgemeyen Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri İnkılap Tarihi Enstitüsü Öğretim Üyesi Ahmet Mehmetefendioğlu’na şükranlarımı sunuyorum.

  Engin BERBER, Mütareke ve Yunan İşgali Döneminde İzmir Sancağı, İzmir 1999, Zeynel KOZANOĞLU, Anıt Adam “Hasan Tahsin”, İzmir Gazeteciler Cemiyeti Yayını, İzmir, 1974, Türkmen PARLAK, Yunan Ege’ ye Nasıl Geldi? “ İlk Günler ” , İzmir Sosyal Hizmetler Vakfı Kültür Yayınları, Nurdoğan TAÇALAN, Ege’ de Kurtuluş Savaşı Başlarken, İstanbul, 1970, Bilge UMAR, İzmir’ de Yunanlılar’ ın Son Günleri, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1974, Zeki ARIKAN, Mütareke ve İşgal Dönemi İzmir Basını (30 Ekim 1918- 8 Eylül 1922), Ankara 1989, Nail MORALI, Mütareke’de İzmir Olayları, TTK, Ankara 1973, Necdet ÖKLEM, İzmir’in İşgali, İzmir 1999,  Yaşar AKSOY, “Teşkilat-ı Mahsusa ve Hasan Tahsin”, Demokrat İzmir 15-30 Mayıs 1976, Gotthard JAESCHKE, Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, (Çev: Cemal Köprülü), TTK Basımevi, Ankara 1986, Ahmet MEHMETEFENDİOĞLU, “Teşkilatın İki Elemanı Silahçı Hasan Tahsin’den Osman Nevres’e; İki Hasan Tahsin”,Toplumsal Tarih, Cilt: 31, sayı: 185, İstanbul 2009, s.32-38.