Tarih Haber Girişi : 05 Mayıs 2021 18:18

MUSTAFA KEMAL, İTTİHATÇILAR VE İZMİR SUİKASTİ

MUSTAFA KEMAL, İTTİHATÇILAR VE İZMİR SUİKASTİ

MUSTAFA KEMAL, İTTİHATÇILAR VE İZMİR SUİKASTİ

Hasan Taner Kerimoğlu*

 

Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş sürecinin en önemli siyasal aktörlerinden birisi İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) ile İttihatçılardır. İmparatorluğun son on yılına doğrudan veya dolaylı olarak etki eden İttihatçılar, Osmanlı Devleti’nin yıkılışına engel olamamış, hatta bazı yorumlara göre bu yıkılış sürecini hızlandırmışlardır. Öte yandan İttihatçılar, Milli Mücadele’nin kazanılmasındaki katkıları ile yeni devletin kuruluşunda da söz sahibi olmuşlardır. İTC ve İttihatçıların bıraktıkları miras, Cumhuriyet Türkiye’sinde de etkisini sürdürmüş, ancak 1926’da Mustafa Kemal Atatürk’e yönelik İzmir’de düzenlenen suikast girişimi sonrasında yeni rejim ile İttihatçıların “hesaplaşması” gerçekleşmiştir. Günümüzde de sık sık siyasal tartışmaların odağına yerleşen İttihatçıların Mustafa Kemal’e yönelik suikast girişiminde niçin yer aldıkları, benzer siyasal düşüncelere sahip olmalarına karşın yeni rejime niçin mesafeli davrandıkları, bu yazıda yanıtını aramaya çalışacağımız sorular olacaktır.

Ünlü tarihçilerimizden Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler isimli kitabının üçüncü cildinde İttihat ve Terakki’nin sadece bir siyasal parti olmadığına dikkat çekiyor ve “Bir tarih döneminin ve de bir kuşağın bütün sorunlarını yüklenmiş ve yansıtmış bir cemiyet” olduğunu belirtiyordu. Tunaya hocanın da vurguladığı gibi İTC, çağının ve döneminin siyasal ve sosyal ikliminin izlerini taşırken bir kuşağın ve bir zihniyetin temsilcisi olmuştur. İttihat ve Terakki’nin kurulduğu günlerde Osmanlı Devleti’nin durumu hiç de iç açıcı değildir. II. Abdülhamit yönetiminin (1876-1909) büyük devletler karşısında izlediği pasif siyaset, devletin siyasal ve ekonomik bağımsızlığının her geçen gün darbe alması, imparatorluktan ayrılmayı amaçlayan gayrimüslim unsurların eylemlerinin şiddetlenmesi, yaşanmakta olan sosyal ve ekonomik sorunlar, II. Abdülhamit’e muhalif olan Jön Türk kuşağını harekete geçmeye yönelten etkenlerdi. Baskıcı yönetim altında bu sorunlara yanıt verilemeyeceğini düşünen meşruti rejim yanlısı gruplar, çeşitli isim ve bölgelerde gizli örgütler kurdular. Bu örgütlerin en önemlisi ise İttihat ve Terakki’ydi.

II. Abdülhamit’in baskıcı yönetimine karşı Askeri Tıp okulunda okuyan dört öğrencinin “İttihad-ı Osmani” adıyla kurdukları gizli örgüt, daha sonra İttihat ve Terakki adını alırken sivil ve askeri okullarda öğrenim gören gençler arasında hızla kendisine taraftar bulmuştu. Önceleri yalnızca ülke içinde faaliyet yürüten gizli örgüt, Ahmet Rıza Bey gibi bazı aydınların yurt dışına kaçmaları ile faaliyet alanını genişletmiştir. İttihat ve Terakki’nin pozitivist ve merkeziyetçi bir yönetim anlayışından yana olan siyasal çizgisine sahip bir başka örgüt ise 1906 yılında Selanik’te “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti” adıyla kurulmuştur. Bu cemiyetin kurucuları arasında Talat, Mithat Şükrü, Rahmi Bey gibi önemli isimler yer almaktaydı. Ülkesinin içinde bulunduğu durumdan hoşnut olmayan çağdaşları gibi, genç Mustafa Kemal de baskıcı yönetime karşı harekete geçilmesi gerektiğine inanıyordu ve bu amaçla Şam’da görev yaptığı sırada gizli “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”ni kurmuştu. 1907’de memleketi Selanik’e geldiğinde Osmanlı Hürriyet Cemiyeti isimli daha geniş çaplı bir örgütün kurulduğunu gören Mustafa Kemal’in kendisi de bu cemiyete dahil olmuştur. Aynı yıl Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’nin İttihat ve Terakki ile birleşmesi üzerine Mustafa Kemal de bir İTC üyesi haline gelmiştir.

Osmanlı Devleti’nin karşı karşıya kaldığı sorunların meşruti rejime geçmekle, yani Kanun-ı Esasi’nin yürürlüğe sokularak halkın seçtiği temsilcilerden oluşan Meclis-i Mebusan’ın açılmasıyla mümkün olduğuna inanan İttihatçılar, 1908’den itibaren eylemlerine hız verdiler. 1908 yazında Osmanlı’nın Avrupa’daki son toprakları olan Makedonya’nın büyük devletler arasında paylaşılacağına dair yayılan söylentiler, İttihatçıları paniğe sevk etti ve ülkenin parçalanmakta olduğu algısını güçlendirdi. Bu duruma engel olmak için Resneli Niyazi ve Enver Beylerin da yer aldığı İttihatçı askerler, Makedonya dağlarına çıkarak isyan bayrağını açtılar. II. Abdülhamit yönetimini meşruti rejimi yeniden ilan etmeye zorlamak için girişilen bu ilk eylemleri sonra diğerleri izlemiş ve sonuçta 23/24 Temmuz 1908’de sultan, Meclis seçimlerinin yenilenmesini kabul etmek zorunda kalmıştı.

Osmanlı tarihinde “II. Meşrutiyet’in ilanı” biçiminde değerlendirilen bu dönem, Türkiye tarihinde ilk çok partili rejimin yaşandığı, kitle siyasetinin başladığı ve modern siyasal ideolojilerin birbirleriyle rekabete girdikleri bir dönem olması bakımından büyük öneme sahiptir. II. Abdülhamit’in baskıcı rejimi İttihatçıların çabalarıyla yıkıldığı için İTC, o tarihlerde kamuoyunda “cemiyet-i mukaddese” biçiminde anılmaya başlamıştı. Hürriyet için ilk olarak dağa çıkıp isyan bayrağını açan Resneli Niyazi ve Enver Beyler ise “kahraman-ı hürriyet” olarak anılıyorlardı. Bu süreçte Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki’nin yönetici kadrosu içinde yer almıyor, fakat aykırı görüşleri ile cemiyet içinde dikkat çekiyordu. Nitekim İTC’nin 1909 kongresinde ordunun siyasete karışmaması doğrultusundaki ifadeleri, bazı cemiyet üyelerince tepkiyle karşılanmıştı.

İttihatçıların Osmanlı Devleti’ne eski saygınlığını kazandırmak, merkezle bağı zayıflamış bölgelerle ilişkileri güçlendirmek ve toplumsal birliği sağlamak adına giriştikleri reform çabaları, hem ülke içinden hem de ülke dışından tepkiler almış, II. Meşrutiyet döneminde de toprak kayıpları devam etmişti. Trablusgarp (1911-1912) ve Balkan Savaşlarında (1912-1913) alınan yenilgiler, İttihatçıları Osmanlıcılık politikasından uzaklaştırırken Türk ve İslam unsurların çıkarlarını gözetmeye yöneltmişti. Farklı siyasal eğilim ve hiziplerden oluşan İttihat ve Terakki süreç içinde giderek Talat, Enver ve Cemal Beylerin yön verdiği bir cemiyet görünümüne kavuşacaktı. Bu süreçte Mustafa Kemal yakın arkadaşı Fethi Bey (Okyar) ile birlikte Cemal Paşa’ya yakın duruyor, cemiyet ve ordu içerisinde Enver Beyin nüfuzunun artmasından hoşnut görünmüyordu.

Birinci Dünya Savaşı başladığı sırada Fethi Beyle birlikte Sofya’da görev yapmakta olan Mustafa Kemal, savaşın çıkışından sonra cephe hattında görevlendirilmiş ve Çanakkale savunmasındaki büyük başarısıyla hem ordu hem de cemiyet içerisinde isminden söz edilir hale gelmişti. Ancak 1914 Ocak ayında Harbiye Nazırı olan Enver Paşa’nın Çanakkale’deki diğer komutanların karargahını ziyaret ederken Mustafa Kemal’in birliğine uğramaması 1915 Ağustos’unda Mustafa Kemal’in istifa etmek istemesine neden oldu. Ancak bu istifa komutanlarının araya girmesiyle engellendi ve Mustafa Kemal da Birinci Dünya Savaşı boyunca doğu ve güney cephelerinde görev yapmaya devam etti. Fakat savaş boyunca Mustafa Kemal’in savaşın idaresi ve Alman komutanlara Osmanlı ordusunda geniş yetkiler verilmesinden rahatsız olduğunu biliyoruz. Hatta Mustafa Kemal bu yakınmalarını Genelkurmay’ın yanı sıra hükümet üyelerine de iletmiştir. Mustafa Kemal’in bu çıkışlarının Harbiye Nazırı Enver Paşa ve ekibince hoş karşılanmadığı da muhakkaktır.

Birinci Dünya Savaşı’nın Osmanlı Devleti’nin de yer aldığı İttifak Devletleri’nin yenilgisiyle sonuçlanması ve Mondros Mütarekesi’nin 30 Ekim 1918’de imzalanması, hem İttihatçılar hem Osmanlı ülkesi için bir dönemin sonu anlamına geliyordu. 1908’de büyük umutlarla ilan edilen meşruti rejimle iktidara gelen İttihatçılar, o günlerde imparatorluğun parçalanmanın eşiğine gelmesinin baş sorumlusu olarak görülmekteydi. Bu neden İTC, Mondros Mütarekesi’nin hemen ertesinde bir kongre toplayarak cemiyetin feshedilmesi kararını aldı ve önde gelen İttihatçılar da yargılanma korkusuyla ülkeden kaçtılar. Diğer İttihatçılar, kapatılan İTC’nin yerine “Teceddüt Fırkası” isimli bir parti kurarken Fethi Bey ise “Osmanlı Hürriyetperveran Avam Fırkası”nı kurdu. 13 Kasım 1918’de görev yerinden İstanbul’a gelen Mustafa Kemal Paşa ise, arkadaşı Fethi Beyle birlikte siyasal girişimlerde bulundu. Fakat İstanbul’daki siyasal ortamın ülke çıkarlarına hizmet etmeye uygun olmadığını gördüğü anda Anadolu’ya geçerek Milli Mücadele’yi başlatmaya karar verdi.

Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’ya 1919 Mayıs’ında vardığında birbirinden habersiz, örgütsüz ve ümitsiz bir kitle ile karşılaştı. Bu nedenle bir yandan vatandaşlara ümit aşılarken diğer yandan ise örgütlenme çalışmalarına hız verdi. Bu süreçte, daha önce feshedilmiş olan İTC’nin taşra teşkilatlarında görev yapmış İttihatçıların Mustafa Kemal Paşa’ya büyük desteği oldu. Anadolu’nun çeşitli kentlerinde kurulan “müdafaa-i hukuk” derneklerinin çoğunun yöneticileri eski İttihatçılardan oluşuyordu. Ancak Mustafa Kemal Paşa, Milli Mücadele hareketinin “İttihatçıların yeni bir oyunu” gibi algılanmaması için dikkatli davrandı. Öyle ki Sivas Kongresi’ne (4-11 Eylül 1919) katılan bütün üyeler, İttihat ve Terakki’yi yeniden canlandırmayacaklarına dair yemin ettiler.

Milli Mücadele’nin askeri boyutunda ise Mustafa Kemal Paşa’nın eski İttihatçılarla ilişkileri zaman zaman gerginleşmiştir. Özellikle Kütahya-Eskişehir muharebeleri sonrasında Türk ordusunun Sakarya nehrinin doğusuna çekilmesi, Ankara’daki Meclis’te ve ordu içerisindeki bazı İttihatçıların Mustafa Kemal Paşa’nın yerine Enver Paşa’yı geçirme girişiminde bulunmalarına yol açtı. Hatta o sırada Kafkaslarda bulunan Enver Paşa, Ankara’ya gönderdiği tehdit telgrafları ile Mustafa Kemal Paşa’nın yerine geçmek istediğini açıkça ortaya koydu. Fakat bu girişim, Mustafa Kemal’in askeri dehası ile kazanılan Sakarya zaferinden sonra akim kalmıştır. Bu girişimin dışında, Türk Kurtuluş Savaşı boyunca eski İttihatçıların Mustafa Kemal Paşa’ya destek olduklarını ve yeni devletin kuruluşuna da katkı sağladıklarını söylemek olanaklıdır.

Eski İttihatçılar, Milli Mücadele’nin kazanılmasından sonra da Mustafa Kemal Paşa’nın yanında yer aldılar. Mustafa Kemal’in kuruluşuna önayak olduğu “Halk Fırkası”nın üyelerinin önemli bir bölümünün de eski İttihatçılardan oluştuğu söylenebilir. Fakat yeni rejimde umduklarını bulamayan ve dışlandıklarını hisseden bazı eski İttihatçılar ise Mustafa Kemal’in kurduğu Halk Fırkası’na ve yeni rejime mesafeli davrandılar. Kendi aralarında zaman zaman toplantılar düzenleyen bu isimlerin arasında ünlü İttihatçılardan Dr. Nazım Bey ile Cavit Beyin yer aldığı bilinmektedir. Kendisi de eski bir İttihatçı olan Mustafa Kemal, eski İttihatçıların yapabileceklerinin farkındaydı ve onları izletmekten geri kalmamıştı. Mustafa Kemal’e mesafeli davranan İttihatçıların bir bölümü, 1924 Kasım’ında kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nda yer almış, ancak partinin Şeyh Sait isyanı sonrasında kapatılmasıyla siyasi arenanın dışına itilmişlerdi.

Eski İttihatçılar, Mustafa Kemal’e 1926 yazında İzmir’de düzenlenen suikast girişiminde yeniden kamuoyunun gündemine geldiler. 15 Haziran günü gerçekleştirilmesi planlanan suikast girişimi, Mustafa Kemal’i öldürerek siyasal karışıklık yaratma amacını güdüyordu. Suikast girişiminin ardındaki en önemli isim, I. TBMM’nin milletvekillerinden birisi olan Ziya Hurşit olsa da olayda bazı eski İttihatçıların rollerinin olduğu görülmekteydi. Emniyet kuvvetlerinin yaptığı incelemeler sonucunda kiralık katiller ve onlarla ilişkili olan isimler göz altına alındılar. Ayrıca yargılama sürecini yürütmek üzere İzmir ve Ankara’da İstiklal Mahkemeleri oluşturuldu. Ancak mahkeme heyetinde yer alan bazı isimlerin de eski birer İttihatçı olması durumu ilginç hale getirmekteydi. Bu kapsamda eski İttihatçılardan Mehmet Cavit Bey, Mithat Şükrü (Bleda), Dr. Nazım, İsmail Canbulat, Kara Vasıf, Ahmet Şükrü gibi isimler tutuklandılar. İttihatçıların ünlü isimlerinden Kara Kemal ise uzun süren polis takibinin ardından yakalanacağını anlayınca intihar etmeyi tercih etmiştir. Ayrıca bir yıl önce kapatılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın yönetici kadrosu da olayla ilişkileri olduğu gerekçesiyle tutuklanarak İzmir’e getirildiler.

İzmir’deki yargılamalar sırasında Kazım Karabekir, Ali Fuat (Cebesoy), Refet (Bele) gibi “paşa”ların olayda rolleri olmadığı görüldü ve onlar serbest bırakıldılar. Fakat suikast girişiminde rolleri olduğuna inanılan İttihatçıların eski Maarif Nazırı Ahmet Şükrü Bey ile eski Emniyet Müdürü İsmail Canbulat, İzmir’de idam edildiler. Ankara’daki yargılamalar sırasında ise savcı ve mahkeme heyeti, eski İttihatçıların olaydaki rollerini ortaya çıkarmaya çalıştıkları gibi tutukluların son birkaç yıldaki siyasal davranışlarını da masaya yatırmıştır. Sonuçta Ankara’daki yargılamalar sonucunda da İttihatçıların ünlü Maliye Nazırı Mehmet Cavit Bey, eski Ankara Valisi Abdülkadir ve Dr. Nazım gibi isimler idam edildiler. Mithat Şükrü ve Kara Vasıf Bey gibi bazı İttihatçılar ise yargılamalar sonucunda beraat etti.

Günümüzde de hâlâ tartışılan İzmir suikast girişimi sonrasındaki davalarda, bir “hesaplaşma” yaşandığı genel olarak tarihçiler arasında kabul görmektedir. Mustafa Kemal’in bir dönem üyesi olduğu İttihat ve Terakki’nin bazı üyelerinin onun liderliğini ve yeni rejimi kabullenmekte zorlandıkları, bu nedenle yeniden iktidara gelmek için “eski yöntemlere” başvurdukları söylenebilir. Eski İttihatçıların Mustafa Kemal’e ve yeni rejime yönelik muhalif tutumlarının gerisinde ideolojik olmaktansa kişisel etkenler belirleyici olmuştur. Eski İttihatçıların büyük bir bölümü yeni rejimde kendilerine uygun birer konum elde eder ve Cumhuriyet Halk Fırkası yönetiminde yer alırken geri planda kaldıklarını düşünen diğerleri ise tepkilerini muhalif gruplara destek vererek göstermişlerdir.    

 

* Doç. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Öğretim Üyesi, taner.kerimoglu@deu.edu.tr