Tarih Haber Girişi : 05 Mayıs 2021 18:46

II. MEŞRUTİYET’İN İLK YILLARINDA  İZMİR HAMAL VE MAVNACILARININ

II. MEŞRUTİYET’İN İLK YILLARINDA   İZMİR HAMAL VE MAVNACILARININ

II. MEŞRUTİYET’İN İLK YILLARINDA

 İZMİR HAMAL VE MAVNACILARININ BOYKOTU.

 Doç. Dr.Mehmet Emin Elmacı

            Meşrutiyet’i İlanı ve Sonrası Gelişmeler

II.Meşrutiyet’in ilanı ülkenin her tarafında sevinçle karşılanmıştı. Fransız Devrimi’nin; “liberte-egalite-fraternite”si  II. Meşrutiyetin; “hürriyet-müsavat-uhuvvet”i yani; “özgürlük-eşitlik-kardeşlik”i olmuş ve bunlara bir de özellikle önceki yönetimde olmadığı düşünülerek eklenen “adalet” ile birlikte bu slogan II. Meşrutiyet’e damga vurmuştu.

Bu süreçte ülkede oluşan özgürlük havası; halkın üzerinde sorunların hızla çözüleceği ümidini de hızlandırmıştı. Anayasa yeniden yürürlüğe sokulmuş, seçimlere karar verilmiş ve Meclis’in açılacağı ilan edilmişti. Devlet aklı; dış baskılarla birlikte hızlanan ayrılıkçı akımlarla baş edebilmek için, seçimler aracılığıyla uzak vilayetlerden temsilcilerin Meclise gelmesini sağlayarak, merkezi devlete olan bağlarını güçlendirmek istiyordu.

Ancak her zaman olduğu gibi emperyalist devletlerin de farklı düşünceleri vardı. Nitekim Osmanlı yöneticilerinin geç de olsa bu yönteme 1876 sonrası yeniden karar vermelerinin, kendileri açısından vereceği zararı bildikleri için onlar da hızla harekete geçmişlerdi. 5 Ekim 1908 tarihinde hem de aynı gün önce Avusturya-Macaristan, nerdeyse yarım yüzyıl işgal altında tuttuğu Bosna Hersek’i kendi yönetimlerine kattığını ilan etmiş, Bulgaristan bağımsızlığını bir bildiri ile açıklamış ve en son olarak da Girit meclisi Yunanistan’a bağlandığı kararını almıştı. Bu üç önemli kararın aynı gün alınması bile II. Meşrutiyet aracılığıyla seçimlerin yapılacak olmasının Osmanlı için ne kadar doğru bir karar olduğunu göstermekteydi.

            II.Abdülhamit döneminde baskılar nedeniyle yer altına inmek zorunda kalan İttihat Terakki Cemiyeti her ne kadar artık gizlilikten kurtulmuş da olsa, henüz gerekli deneyimden yoksun olduğu için kurulmuş olan hükümetler üzerinde, arka planda baskı kurmakla yetinmekteydi.

Ancak cemiyetin idari merkezi de devlet gibi; Bosna Hersek’in fiili olarak zaten elden çıktığının farkındaydı. Ama daha da önemlisi Meşrutiyetin getirdiği özgürlük havası Bosna-Hersek’in Avusturya-Macaristan tarafından ilhakı ile halkı da umutsuzluğa itmişti. Bu nedenle zaten uzun yıllardır işgal altında olan Bosna-Hersek’in ilhakına askeri olarak yanıtın verilemeyeceğinin farkında olan İttihat ve Terakki Cemiyeti hiç olmazsa bu olayı, hem hükümet hem de Avusturya Macaristan üzerinde bir baskı aracı olarak kullanmaya çalışacaktı.

            Avrupa’ya yakın Balkan topraklarında Müslüman bir bölge olan Bosna-Hersek’in ilhakına en büyük tepki İstanbul’dan gelmişti. İlhaktan bir gün sonra gazetelerin haberi duyurması üzerine halk tepkisini göstermeye başlamıştı. İlk günkü gazete haberlerinde, İngiltere, Rusya ve Fransa’nın da Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ilhakı ile Bulgaristan’ın istiklalini tanınmayacağının ortaya çıkması üzerine binlerce halk, o akşam Fatih, Unkapanı, Küçükmustafa Paşa ve diğer yörelerden, havanın yağmurlu olmasına bakmadan, Beyoğlu tarafındaki İngiliz Elçiliği binasına gelerek elçiliğe coşkulu bir şekilde teşekkürlerini sunmuşlardı.

            Bu olaylar, bir gün sonraki gazetelerde daha geniş olarak anlatılmıştı. Bu gösterilerin hemen ardından bu sefer, Müslüman, Rum ve Ermenilerden oluşan halk ellerinde Yunan ve Osmanlı bayraklarıyla, Harbiye Nezareti önünde toplanmışlar, ardından Babıali’ye gelerek, Vükela Heyeti’ni alkışlamışlar ve oradan Beyoğlu’na geçerek, İngiltere, Fransa ve Rus Elçiliklerinde de gösteriler yapmışlardı. Hatta Tanin gazetesi; daha geç saatlerde bazı halkın Sırbistan elçiliğine giderek, Osmanlı lehindeki davranışlarından dolayı teşekkür ettiğini de bildirmekteydi.[1]

Bu protesto gösterilerinde en çok dikkat edilen nokta halkın şiddete yönelmemesi için tüm gazetelerin yazılarında halkı soğukkanlı olmaya çağırmasıydı.

BOYKOTAJIN BAŞLAMASI

Ancak Avusturya’yı protesto amacıyla başlayan bu hareketler, giderek dini bir boyut almaya başlayınca İttihat ve Terakki Cemiyeti olaya müdahale etme amacıyla halkı, Avusturya’ya karşı ticari bir boykota yönlendirerek kontrol altında tutmaya ve ortamı yumuşatmaya çalışmıştı.

            Bir protesto kültürü olarak görülen ve halkın toplumsal anlamda yönlendirilerek belli bir amaç için kullanılmasını sağlayacak “boykot” kavramına o dönem “boykotaj” da denilmişti. Ayrıca Osmanlı Ziraat ve Ticareti dergisi boykota; “Harb-i İktisadi yahut ticaret muharebesi” diyerek boykotun tanımını da “İktisadi yani ticari savaş, bir devlet ferdinin başka bir devlet ülkesinden gelecek her tür ticari ve sanayi ürününe karşı nefret duyması, rağbet göstermemesidir. Böyle bir savaş önünde en kuvvetli, en zengin devletler bile titrer. Çünkü malını satamayan, ticareti sekteye uğrayan devletin, ülkesinde iflaslar çoğalır. Mali krizler baş gösterir, ahalisi fakir kalır.” [2]şeklinde vermişti.

            Bosna – Hersek’in ilhakının duyulmasıyla başlayan tepkiler, yerini İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin de çabalarıyla bir anda hedefi belli bir boykota bırakmıştı. İstanbul’da ilk boykot örneğini ilginçtir ki, buradaki Selanikli tüccarlar başlatmıştı. İlhak haberinden iki gün sonra, 7 Ekim tarihinde, İstanbul’daki Selanikli tüccarlar Avusturya fabrikalarına telgraf çekerek daha önce sipariş ettikleri malları almayacaklarını bildirmişlerdi.[3]

Bu arada gazeteler de halkı boykota karşı bilinçlendirmeye başlamışlardı. Özellikle İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin gayriresmi yayın organı olan Tanin gazetesinde 9 Ekim tarihinde yayınlanan Hüseyin Cahit’in makalesi, boykotajın başlangıcı olarak kabul ediliyordu.

İstanbul’un bütün mağazalarının camlarına da yapıştırılan makalesinde Hüseyin Cahit; “Osmanlıların sükun içinde çalışmaya muhtaç oldukları şu sırada Bosna-Hersek’in üzerine saldıran (adi ve murdar bir hareketle) Avusturya’nın çürük mallarını almayınız.” Diyordu.[4]

            Boykotaj artık yavaş yavaş örgütlenmeye başlamıştı. 8 Ekim tarihinde sokaklardaki bütün duvarlara “Avusturya malı almayınız.” Şeklinde kağıtlar yapıştırılmış[5] özellikle İstanbul’daki Trining, Aştayn. Mayer, Gündoğdu ve Gülizar adlı Avusturya mağazalarından halkın mal almaması istenmişti.[6]

            İstanbul’dan sonra Anadolu’nun çeşitli yerlerinden de Bosna Hersek’in ilhakına tepki ve boykotaj haberleri gelmekteydi. Özellikle gazetelerin bu konuda yazdıkları halk üzerinde büyük etki yapıyordu. Edirne, Afyon, Çanakkale, İzmit, Adapazarı, Bursa, Kavala,  Kırklareli Ohri, Yanya, Üsküp, Fiume, Kalkandelen, Avlonya, Arnavutluk, İşkodra, Halep, Yafa, Beyrut, Kahire, Trablusgarp, Derne, Hindistan, Arabistan ve İzmir’den sürekli boykot haberleri gelmeye başlamıştı. İşte bu noktada Bosna-Hersek krizinden kaynaklı toplumsal olarak ortaya çıkan “Avusturya-Macaristan mallarına yapılan boykot” üzerinden İzmir kentinin tepkisinin nasıl olduğunu değerlendireceğiz.

İZMİR’DE BOYKOTUN BAŞLAMASI

İzmir halkı ilk olarak 10 Ekim 1908’de sabah saat 8 sularında hükümet binasının önündeki meydanda toplanarak bir protesto gösterisi yapmış ve Avusturya Macaristan’ın bu kararını şiddetle kınamışlardı. Ayrıca kendi hissiyatlarıyla aynı olan devletlere teşekkür ettiklerini belirterek bu kararın adaletli olarak çözülmesine karşı her şeyi yapacaklarını bildirmişlerdi.[7]

Halk bu alınan kararı telgrafla büyük devletlere yollamak için mızıka önderliğinde hürriyet marşı ile telgrafhaneye kadar gitmişlerdi. İzmir’deki yerel gazetelerden Ahenk ve İttihat Terakki’nin sözcüsü durumundaki İttihat gazeteleriyle halk olayın ayrıntılarını öğrenmeye başladı. İttihat gazetesinin 13 Ekim nüshasındaki “almıyalım Avusturya emtiasını almayalım bunun yerine yerli mamulat almaya sebat gösterirsek Avusturya’ya karşı hiç olmazsa bir harb-i iktisadi açabiliriz” denilmiş ve İzmir’deki ilk boykotu başlatmıştı. Gazete ayrıca geniş bir liste vererek halkın boykot yapacağı malları da kamuoyuna duyurmuş oluyordu.

Ahenk gazetesi de İstanbul’daki Tanin gazetesinden alıntı yaparak yeni boykot alanları sıralıyordu.

Avusturya mallarını almayınız

Avusturya vapurlarına binmeyiniz.

Avusturya bankalarından paralarınızı alınız

Avusturya fesleri yerine milli fesleri kullanınız.

Fakat sakın cebre şiddete kalkışmayınız.”[8]

Artık gazetelerde sürekli yeni boykot alanları çıkartılıyordu. Avusturya malı olan sigara kâğıtları, sigorta şirketleri, kibrit, birahaneler vb…

Boykotun İzmir’de ilk günlerde yavaş gitmesinin tek nedeni boykotu uygulayacak kesimin tüccarların olması ve tüccarların da genelde gayrimüslimler ve yabancı olmalarıydı. Ayrıca bu konuda en önemli sorun siparişi boykot kararından önce verilmiş malların boykota tabi olmasının tüccarın zarara uğratmasıydı. Bu nedenle yavaşlayan boykotun hızlandırılması için gazeteler önemli işlev görüyordu. Ahenk“ boykot fes çıkartıp kalpak külah giymekle başa çıkamaz. Fesleri çıkardık ve çıkarmalıyız. Fakat iş bununla bitmez bu hususta en büyük gayret-i hamiyeti erbab-ı ticaret göstermelidir.[9] Diyerek bu konuda üzerine düşeni yapıyordu.

Görüldüğü gibi bu süreçte en önemli boykot alanı Avusturya malı olup herkesin başında olan feslerdi. Bu nedenle fes ticareti yapan tüccarlar büyük zarar görmeye başlamışlardı. Tüccarların çoğu Avusturya fabrikalarına verdikleri siparişleri iptal edip yerlerine Bursa ve Rumeli’de yapılan “arakkiyeleri” ve “Hereke feslerini” almaya başladılar.

Artık İzmir’de gazeteler ve dolayısıyla halk tamamen fes boykotu üzerinde durmaktaydı.

İZMİR’DEKİ HAMAL VE MAVNACILARIN BOYKOTU

Özellikle ticari mallara boykot uygulanması gemilerle gelen malların boşaltılması ve taşınmasında büyük rolleri olan İzmir’deki liman işçilerini hamalları ön plana çıkarmaya başladı. Hamalların protesto gösterisi sırasında birkaç küçük çocuğun, sokaklarda dolaşan feslilere saldırarak başlarındaki fesleri yere atıp yırtmaya başlamaları üzerine tüm halk aynı şekilde davranarak 8 gün boyunca binlerce fesin gümrük önünde paramparça edildiğini de bilmekteyiz.[10]

İzmir’de bu tarihteki hamalların gösterileri ve feslerin yırtılıp atılması büyük yankı uyandırmıştı. Karşılıklı iletişimin üst boyutta olduğu Selanik şehrinin de İzmir’deki bu “Fes Yırtma Bayramı” sonrası o zamana kadar önem vermedikleri fes boykotunu uyguladıklarını da biliyoruz.

Devlet ise tepkilerden çekinerek boykotu halkın yaptığını dile getiriyor ve Sadrazam tarafından da boykot yapılmaması şeklinde genelgesine karşı çıkan hamal ve mavnacılar hakkında, bütün gazeteler övgü dolu yazılar yazmaya başlamıştı. Bu da hamal ve mavnacıları daha da cesaretlendirmişti.

İzmir’in önemli bir liman şehri olması Avusturya aleyhinde uygulanan boykotun hamallar tarafından uygulanmasını kolaylaştırmıştı. Bu nedenle liman işçilerine büyük iş düşmekteydi. Özellikle gemiye giderek yükü karaya taşıyacak kayıkların gitmemesi mavnacıları, malın gümrüğe çıkartılması ile malın mağazaya taşınması durumunda da hamalları ilgilendirmekteydi.

Bu nedenle hamal ve mavnacıların bu konudaki ilk tepkileri İzmir’de Avusturya kumpanyası olan Lloyd Vapur Kumpanyasına olmuştur. 16 Ekim 1908 tarihinde Trabzon ve İstanbul yoluyla gelen Lloyd’un Orano vapuruna İzmir’deki mavnacılar gitmediği için vapur akşama kadar mallarını boşaltamamıştı. Vapur ertesi gün ancak kendi tayfası ve kumpanyanın işçileri ile yükünü boşaltabilmişti.[11]

İzmir limanı ticaret için önemli bir noktada olduğu için bu anlamda yükü oldukça ağırdı. Büyük miktarda Avusturya yük ve yolcu vapuru İzmir limanına gelmekteydi. Bir sayı vermek gerekirse 30 Aralık 1907- 30 Aralık 1908 tarihleri arasında İzmir limanına gelen vapur sayısı toplam olarak 2990 idi.[12] Bunların 107 ise Avusturya’ya aitti.  Sonuçta Avusturya İzmir ticaretinde hem ithalat hem de ihracat sıralamasında İngiltere’den sonra ikinci gelmekteydi. [13]

Kasım ayına kadar İzmir’de boykot uygulaması çok yavaş gitmekteydi. Ancak bu süreçte üç önemli olay İzmir’de boykotun yönünü değiştirmeye yetecektir. Bunlardan birincisi İstanbul’da boykotu daha düzenli yapmak için oluşturulmuş olan boykotaj sendikasından etkilenen İzmirlilerin, 5 Kasım 1908 tarihinde bazı semtlerde de Boykotaj Cemiyetlerini oluşturması olacaktır.

Bu cemiyetin kuruluşunun haberi ise 11 Kasım 1908 tarihli İttihat gazetesinde verilmişti. Artık çoğunluğu tüccar ve İttihatçılardan oluşan Boykot Cemiyeti aldığı kararları da gazetelerde yayınlatmaya başladı. Cemiyet Avusturya malı getiren tüccarları gazetelere verdiği ilanlarla isim isim açıklamaktaydı.[14] Hangi mallara boykot yapılacağı, kimlere boykot yapılmayacağı hep cemiyetin kararındaydı artık. Cemiyet boykot için özel olarak “Kave” adında bir gazete bile çıkartmıştı.

İzmir’de boykot süresince 237 tüccarın Boykot Cemiyetine üye olduğunu ve cemiyetin 8241 kuruş gelire karşı 6157 kuruş harcamasının olduğu bilinmektedir. Cemiyet, kalan paranın boykot sona erince işçiler yararına harcanacağı da belirtmişti.[15]

Hamal ve mavnacılar tarafından Avusturya’ya karşı uygulanan boykot Sadrazam’ın 28 Kasım’da limanlara gönderdiği genelge ile biraz hafiflemişti ancak boykotun hızını artıracak ikinci önemli gelişme de gerçekleşir. 3 Aralık tarihinde İzmir’den boykota uğramadan İstanbul, Trabzon ve Selanik’e gönderilen Avusturya malları bu liman şehirlerinde oluşmuş Boykot Cemiyetleri tarafından tepkiyle karşılanmış ve bu tarihten sonra İzmir’e “yabancı liman” muamelesi yapılacağı söylenerek İzmir’den gelen mallar listelenerek fişlenmeye başlanmıştı.[16] Bu nedenle artık İzmir limanında sıkı tutulan denetim, tüccarları boykota zorlamaktaydı. İşte hem bu karar hem Boykot Cemiyetinin kurulmuş olması İzmir’de boykotun daha planlı yapılmasına neden olacaktır.

Tüccarlar artık Avusturya’dan mal almıyor daha önce vermiş oldukları siparişleri de alsalar bile hediye etmeye başlıyorlardı. Örneğin Kemal Cafer Bey getirtmiş olduğu 278 çuval şekerin 8 çuvalını bir hastahaneye hediye etmiş, geri kalanı da geri gönderterek Boykotaj Cemiyetine üye olmuştu.[17]

İzmir limanında Sadrazam’ın 28 Kasım tarihli genelgesini hamallar uygulamak istemiyorlardı. Bu nedenle boykotu artıracak üçüncü gelişme hamal ve mavnacılar yönünden gelecektir. Bu amaçla özellikle Müslüman ve Rum hamallar 7 Aralık sabahında Avusturyalı Lloyd vapur kumpanyasının Hungaria adlı vapurunun yükünü, boykot nedeniyle çıkartmamışlar ve birlikte sabahın saat yedisinde toplanarak bir daha Avusturya vapurlarına yanaşmayacaklarına dair yemin etmişlerdi.[18]

Ardından bu kararı duyurmak için kahveci Aziz Ağa’nın başkanlığında bir gösteri daha yapmışlar ve önce Kordon’a daha sonra Avcılar Kulübü’nden Frenk mahallesine geçerek hükümet binasına gelmişlerdi. Tek niyetleri anlaşmazlık içinde oldukları Vali Rauf Paşa’yı kendilerine göre doğru yöne getirtmekti. Hilmi Uran bu olayı  “o sıralarda İzmir’de vali bulunan ihtiyar vezir Rauf Paşa’ya da heyet girerek umuma uymasını kendisine teklif etmiş ve ona da bir boykotaj külahı giydirmişlerdi.[19] Şeklinde anlatmıştı.

Vali olukça zor durumdaydı çünkü merkezden sürekli kendisine gelen emirler ile halk arasında kalmaktaydı. Bu nedenle boykot konusunda ılımlı davranmaktaydı ancak gazetelerin kendisini bu konuda hedef göstermesi nedeniyle halktan tepki de çekmekteydi. O kadar ki 7 Aralık’ta halk fesleri yırtarken Valiye de çıkmış ve şikâyetlerini dile getirmişlerdi.

Vali resmi devlet adamıydı ve hükümet de sürekli boykotun resmi anlamda desteklenmediğini ve halkın kendi hissiyatı olduğunu vurgulamaktaydı. Bu nedenle herkes feslerini atmaktayken Vali ve diğer devlet memurları fesle dolaşmaktaydılar. İzmir mektupçusu Kamil Dursun o dönemi anlatırken Valinin fesli olmasından dolayı memurların sokakta kalpakla dolaşırken onun yanına çıkacakları zaman fes giyerek çıktıklarını anlatmıştır.[20]

Hamalların bu gösterisine halk da katılmıştı ve her köşebaşında “yaşasın hamiyetli hamallar, yaşasın mavnacılar arabacılar, yaşasın boykotaj yaşasın Osmanlılar[21] diye bağırmışlardı. Hamallar geçtikleri yerlerde şiddete de izin vermemeye çalışmışlardı. Ancak bazı çocukların ve onları takip eden bazılarının feslilere saldırmasına da engel olamamışlardı. Böylelikle parlak başlayan gösteri sıkıntıya girmişti. Fes giyen herkesin başından feslerinin alınıp yırtıldığı ve “Fes Yırtma Bayramı” olarak anılan bu gün nedeniyle Avusturya konsolosunun şikayeti olmuş ve Rauf Paşa gereken önlemleri alarak adli takibatı yaptırmıştı.

Avusturya konsolosu Valiye giderek bu durumu ve özellikle fes yırtımını da şikâyet etmiş ayrıca hamalların Hungaria vapurunun yükünü boşaltmadığını ve fes yırtılmasına da son verilmesini istemişti. [22] Konsolos İstanbul’daki Avusturya Elçiliğine de başvurmuştu. Bu nedenle Hariciye ve Dâhiliye Nezareti İzmir’deki Vali Rauf Paşa’dan açıklama istemişti. Rauf Paşa 15 Aralık 1908 tarihli telgrafında aynen “Geçen 7 Aralık pazartesi günü bir takım eşhasın bazı kişilerin feslerini yırtmakta olduklarının işitilmesi üzerine hemen özel surette devriyeler, jandarmalar ve polisler çıkarılıp bir saatte işin önü alındığı gibi suçluların adliyeye gönderildi[23] yanıtını vermişti.

Aslında İzmir’de gazeteler sertlik yanlısı olaylara kesinlikle hoşgörü ile bakmıyordu. Boykot Cemiyeti de yayınladığı ilanlarda halkın kesinlikle şiddetten kaçınmasını öneriyor[24] ve 7 Aralık’taki fes yırtma olayında da bazı küçük çocukları suçluyordu.[25]

Köylü gazetesi feslerin yere atılıp yırtılması yerine kalpak giyilmesini destekliyor ancak fes giyen devlet memurlarına dokunulmamasını istiyor ve bunun nedenini de “ çünkü bir memur devletin resmi memurudur, zaten Avusturyalılar ‘boykotu millet değil hükümet zorla yaptırıyor’ diyor. Bu yüzden hükümet memurlarına ses çıkartmamak lazımdır.[26]Şeklinde açıklayarak devlet memurlarına destek veriyordu. Kave adlı gazete de “geçen günkü gibi yırt yırt diye bir Hamit oyunu çıkararak fesi çıkartma hususunu cebre kadar vardırmayalım.[27]Uyarısında bulunuyordu.

İzmir’de boykot daha da sıkılaşmıştı. Tüccarların çoğu limanda isimlerinin asılı olmasından dolayı artık Avusturya’dan mal almamaya başlamışlardı. Mavnacı ve hamallar da iki gün sonra tekrar bir araya gelerek toplanmışlar ve bir kez daha Avusturya gemilerinden mal çıkartmama konusunda kesin karara varmışlardı.[28]

Tabi bu aşamada ilginç olaylar da olmaktaydı. Örneğin Avusturya vapuru Hungaria’nın bu kez Amerikan malı getirmiş olmasına rağmen malların sahibi Mösyö Solari; Avusturya vapuru ile gelmiş olmasından dolayı yine boykota uğrayacağını anlamış, bu nedenle gümrük binasına başvurarak mallarını Sisam adasına göndertip bir Yunan vapuruyla tekrar İzmir’e getirtme iznini alabilmişti.[29]

25 Aralık tarihinde ise yine Avusturya İzmir konsolosunun şikâyetine neden olacak yeni bir olay gerçekleşir. Konsolos bir Avusturya vapurundan mal taşıyan bir mavnanın rıhtıma bağlı bulunan halatının kesilerek mal taşınmasının engellendiği ve bir Boykotaj Cemiyeti üyesinin İzmir limanında mal gelip gelmediğini kontrol için memur edildiği iddialarıyla şikâyette bulunmuştu.[30] 17 Ocak tarihli İzmir valisinin yanıtında ise, İzmir’de şimdiye kadar Avusturya vapurlarına dışarıdan saldırının olmasına izin verilmediği, hiçbir mavnanın iplerinin kesilmediği ve limanda da görevli bir boykotaj cemiyeti üyesinin bulunmadığı belirtilmişti.

Şeker ticareti de İzmirli tüccarlar için önemliydi. En fazla şeker ithalatı yapılan ülke ise Avusturya idi. Bu nedenle şekere de boykot yapılmaktaydı. Ancak bu tek taraflı bir zarar değildi. Mutlaka İzmirli tüccarlara da zarar vermekteydi. Bu nedenle Avusturya burada başka bir yöntem uygulamıştı. Şekerin fiyatını düşürmüştü. Bu nedenle İzmirli tüccar için Avusturya’dan şeker almak karlı bir iş haline gelmişti. Ama mavnacılar ve hamallar hala mal çıkartmamaktaydı. Tüccarların sığındığı gerekçelerin başında da malların siparişinin boykottan çok önce yapılması gelmekteydi. Buna rağmen 3 Kasım’da İzmir’e gelen İyonya ve Avlonya adlı iki Yunan vapurundaki Avusturya malı 2000 çuval şeker hamallar tarafından çıkartılmamıştı.[31]

28 Kasım genelgesi sonrasında Avusturya ile Osmanlı Devletinin antlaşma için resmi görüşmelere başlaması İzmir’de de boykotu biraz olsun azaltmıştı ancak mavnacılar ve hamallar boykotu hala devam ettirmekteydiler. [32]

Liman Loncaları, özellikle hamallar ve mavnacılar aracılığıyla, boykot süresince büyük bir güç oluşturmuşlardı. Hamallar ve mavnacıların boykota etkin bir şekilde katılmalarının arkasında İttihat ve Terakki Cemiyeti vardı. Cemiyet, hamal ve mavna esnafıyla oluşturduğu ittifakı, dışarıda Avusturya ve Türk düşmanları için kullanırken içeride ise hükümete karşı bir baskı aracı olarak görüyordu. Hükümetin Bosna-Hersek’in ilhakına karşı her zaman yapıldığı gibi, protesto dışında etkili bir müdahalesinin olmaması İttihat ve Terakki’nin geniş halk kitlesini mavnacı ve hamallar aracılığıyla bir arada tutmasını kolaylaştırmıştır. Cemiyetin liman işçileri kullanmasındaki en büyük etken ise bu grubun uzun seneler boyu ellerinde bulundurdukları güçlerini ve haklarını son bir iki sene içinde kaybetmesi olmuştur.

1890’lı yıllarda Rıhtım şirketinin kurulmasıyla tekelci denetimlerini kaybetmeye başlayan mavnacılar, II. Abdülhamit yönetiminin, rıhtım şirketi ortaklarını ve yabancı tüccarları yumuşatma amacıyla, mavnacıları sıkı denetim altına almasıyla hamallar ile de çatışma içine girmiş bunun sonucunda da İttihatçılar ile işbirliğine girmişlerdi.

            Hamallar ve mavnacılar, Osmanlı Devleti’nde iktisadi güçlerinin yanında siyasi nüfuza da sahiptiler. Yaptıkları hizmetler ve aralarındaki güçlü dayanışma nedeniyle II. Abdülhamit’in bu son dönemlerine kadar saray tarafından devamlı korunmuşlardır. 1908 yılında Meşrutiyet’in ilanı ile devletin şirkete verdiği destek ortadan kalkınca, Rıhtım şirketinin loncalar üzerindeki etkisi de azalmaya başlamıştı. Bosna-Hersek’in ilhak edilmesi sonrası, mavna loncalarının bu huzursuz ortamından yararlanan İttihat ve Terakki Cemiyeti loncaları kullanarak, Avusturya’ya karşı boykotu başlattılar.

            BOYKOTUN SONA ERMESİ

İzmir’deki hamallar da aynen İstanbul’daki örgütlerinin yaptığı gibi boykotu biraz da kendi çıkarları için artan şiddette uygulamaya başlamışlardı.

Nitekim 20 Ocak 1909 tarihinde Deutsche Line Levantini adlı Alman kumpanyasının Patmoş adlı vapurunda Avusturya şekerlerinin olması, İzmir’deki hamallara boykotun devam ettiğini gösterme fırsatı verir. Cemiyetin de baskısıyla şekerler karaya çıkartılmaz. İşin garibi, gelen şekerlerin boykotun başlangıcından beri boykota katılan Boykot Cemiyeti’ne de üye olan Hacı Mustafa Pasiç ve kardeşi Hasan Pasiç’e ait olmasıydı. Hamallar bunu öğrenince Pasiç kardeşlere tepki de göstermişlerdi.[33] Bosnalı Hacı Mustafa Pasiç bu tepki üzerine olayın üzerine gitmiş ve kendisinin aslında bir İngiliz tebasından birisi aracılığıyla Belçika’dan şeker siparişi verdiğini ancak Avusturya malı şekerin gelmesinden haberi olmadığın bertmişti.[34] Boykotaj Cemiyeti de araştırmalar sonucunda Pasiç kardeşlerin kandırıldığını anlayarak vatanseverliğinden kuşku duymadıkları 75 yaşındaki Mustafa Pasiç’i koruma yoluna gitmiş ve ancak 13 Şubat tarihinde hamalların ikna edilmesi ile şeker çuvalları karaya çıkartılabilmişti.

Bu İzmir’de hamalların son boykot olayıydı. Şubat ayı içerisinde, Osmanlı-Avusturya protokolü, Viyana’da onaylanıp geldikten sonra, Meclis-i Mebusan’da görüşülmeye başlandı. Protokol ise, 26 Şubat’ta kesin olarak Meclis’ten geçmiş ve son imzalar atılmıştı. Bunun üzerine, yeni Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa, hamallarla görüşerek, boykotun sona erdirilmesini istemişti. İttihat ve Terakki üyeleri de bu yönde fikir bildirince, sonunda hamallar 27 Şubat’ta işbaşı yapmış ve Avusturya mallarını boşaltmaya başlamışlardı. İzmir’de de boykot 26 Şubat tarihinde Avusturya ile resmi imzaların atıldığı güne kadar devam etti. Bu beş aylık süreç sonunda sadrazamın Aydın vilayetine boykotun kaldırılması yönündeki emri[35] sonrası İzmir boykotaj cemiyetinin İstanbul ve Selanik Boykot cemiyetleri ile görüşmeler sonunda 3 Mart tarihli bildirisiyle boykot resmen sona ermişti. Mart ayının başında İzmir limanına gelen Lloyd kumpanyasının Galiçya vapuruna artık boykot uygulanmıyor tam tersi Boykotaj Cemiyeti adına bir ziyafet verilmişti. Boykotta önemli katkıları bulunan hamallar ve mavnacılar da vapura çağrılıp vapur kaptanı ve mürettebatınca sevgi gösterileriyle karşılanmışlardı.[36]

26 Şubat 1909 tarihi ise Bosna Hersek meselesinin tam olarak çözüldüğü tarih olarak bilinmekteydi. Bu tarihte son imzalar atılmış ve protokol Osmanlı Mebusan Meclisi’nde onaylanmış, protokol 46 red oyuna karşılık, 136 oy ile kabul edilmişti.

 

 

 

    Francois; Aman kulun olayım Ali Ağa! Müsaade buyurunuz da şu malları çıkartayım

    Ali Ağa; Hayır olmaz daha evvel aklın neredeydi? Şimdi Ali Ağa’ya yalvaracağına, milletin kalbini bir yap da sonra… Kalem, Ocak 1909.

 


* Doç.Dr. Dokuz Eylül Üniversitesi

[1] Tanin, 8 Ekim 1908.

[2] Osmanlı Ziraat ve Ticareti Dergisi, 18 Ekim 1908.

[3] Donald Quataert, Osmanlı Devleti’nde Avrupa İktisadi Yayılımı ve Direnişi (1881-1908), Yurt Yayınları, Ankara, 1987, s. 105.

[4] Tanin, 9 Ekim1908.

[5] Tanin, 9 Ekim1908.

[6] Ahenk, 13 Ekim 1908.

[7] İttihat, 11 Ekim 1908.

[8] Ahenk, 15 Ekim 1908. Ahenk bir alanı da kendisi verir ve Avusturya postahanelerine de gidilmemesini ister.

[9] Ahenk, 16 Kasım 1908.