Tarih Haber Girişi : 08 Mayıs 2021 15:51

BİR DENİZ HIRSIZLIĞI VAKASI

BİR DENİZ HIRSIZLIĞI VAKASI

BİR DENİZ HIRSIZLIĞI VAKASI

     İzmir, Levant’ın bir liman kenti olarak yükselmeye belki de Ortaçağ sonlarında başladı. Bizans topraklarında İtalyan şehir devletlerinin temsilcilerinin görülmeye başlamasıyla birlikte, İzmir de İtalyanların uğramaya başladığı bir liman oldu[1]. Cenovalılar İzmir Limanına yerleştiler ve Aydınoğlu Beyi Gazi Umur Bey ile İzmir’in egemenliği için savaştılar. İtalyanları diğer “Frenk”ler izledi. Osmanlı döneminde 16. yüzyılda nüfusu 2.000’i geçmeyen bir kasaba olan Levant’ın yükselen yıldızı, Osmanlı İmparatorluğu’nun Batılı devletlere verdiği kapitülasyonlarla birlikte, İngiliz, Fransız, Hollandalı  akla hangileri gelirse artık Batılı tücarrların, gemi acentelerinin yerleştiği, her türlü bandırayı taşıyan gemilerin uğradıkları bir liman haline geldi[2].

İzmir de bir liman kenti olarak içinde barındırdığı çeşitli yerlerden gelmiş değişik lisanlar kullanan insanlar arasındaki çatışmalardan, kavgalardan, suçlardan kendini kurtaramazdı haliyle. Devletler arasındaki husumetler, tüccar grupları arasındaki rekabetler, konsolosların her zaman her işe karışmaları, yerel yönetimle çekişmeleri asla eksik olmazdı. Verilen kapiülasyonlar da buna olanak sağlamıştır.

Osmanlı İmparatorluğunun son yüzyıllarına girerken kaybettiği savaşlar, son yüzyılda dağılmaya ve bünyesinden yeni bağımsız devletler çıkması da İzmir’i etkileyen gelişmelerdendir. Akdeniz’deki kuvvet dengesinin değişmesi, Rusya’nın ticaretten pay alma isteği de bu etkenlerdendir. XVIII. yüzyıllarda Doğu (Levant ) ile yapılan ticarette Fransızların üstünlüğü görülmekteyken, onların uzaklaştırılmaları sonucu, boşluğu Rum ve Yunan denizciler doldurdular. Esasen bu, XVIII. Yüzyıldan beri süren bir gelişmenin sonucuydu da aynı zamanda. 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile birlikte Rus gemilerine tanınan ticaret hakkı ile Rus bandırası altında Yunan denizcileri faaliyet göstermeye başlamışlardı. Böylece Yunanlı denizciler Akdeniz limanları arasında giderek daha çok görülmeye başladılar.

1821’de başlayan Mora İsyanı sonucunda 1829’da Yunanistan bağımsız bir devlet olarak ortaya çıktı. Yunan Bağımsızlık Savaşı sırasında, özellikle Ege Denizi’ndeki adalardaki Rum denizcilerin ayaklanmaya dahil olup, faaliyet gösterdikleri de bilinmektedir. Yunanistan’ın bağımsızlık kazanmasından sonra, bazı adalarda Yunan gemi inşa faaliyetleri gerçekleşmekteydi ancak bunların önemli bir kısmının yasadışı olduğu da anlaşılmaktadır. Özellikle Sakız (Chios) ve İpsara (Psara) gibi adalarda inşa edilen teknelerle korsanlık faaliyeti yapılmaktaydı[3]. Yunanistan’ın kurulmasından sonra da Yunanlı denizcilerin ve kaptanların Avrupalı tüccarların gemilerine ve yüklerine, mallarına saldırdıkları görülmektedir. Örneğin, Meis adasında bir İngiliz gemisinin yükü yağmalanmıştı[4]. Korsanlık faaliyetleri içinde bu faaliyetler izbandit olarak adlandırılarak özel bir yere taşınmıştır.

Braudel, korsanlıktan söz ederken, “Akdeniz’de korsanlık tarih kadar eskidir” diyecektir ve Homeros’un çok eskilerde ondan söz ettiğini ekleyecektir[5]. Dilimizde korsanlık için tek bir sözcük kullanılmaktadır. Oysa,  deniz haydutluğu ve herhangi bir devletin yetkilendirmesi ile düşman bir devletin deniz ticaretine zarar vermek anlamları farklı sözcüklerle karşılanmaktadır. Deniz haydutluğu anlamındaki korsanlık karşılığında”pirate” sözcüğü kullanılırken, izinli korsanlık için “corsair” kullanılmaktadır[6]. Yine Braudel’le devam edersek, “Akdeniz’de en azından XVII. yüzyılın başından önce piraterie ve pirate kelimeleri yaygın kullanıma konu olmamaktadır;…course ve corsaire kelimeleri söz konusudur…Korsanlık, ya biçimsel bir savaş ilanıyla veya mühürlü mektuplarla, pasaport, görev ve talimatlarla böyle kılınan meşru savaştır”[7]. İtalyanca “spandito” sözcüğünün bozulmuş hali olan izbandit, haydut, eşkıya, kosan, deniz haydutu anlamlarında özellikle Ege Denizinde adalar arasında faaliyet  gösteren Rum korsanlardı. İzmir çevresinde, Urla ve Sakız adasının batı sularında faaliyette bulunan izbandit de görülmüştü[8]. Yunan Bağımsızlık savaşı sırasında Anadolu kıyılarına karşı saldırıları da bulunmaktadır. Yunanistan’ın bağımsızlığından sonra Fransız ve Rum bandırası altında faaliyette bulunan izbanditler, Haziran-Temmuz 1834 tarihlerinde Limni, Semadirek ve Aynaroz sularında görülmüşlerdir. Fakat, savaşın bitmesinden sonra, Yunanistan hükümeti de ticaretin izbandit teknelerinden zarar görmesi nedeniyle bunlarla mücadeleye girişti ve Yunan deniz kuvvetleri korsanlığın önlenmesi için sıkı tedbirler aldı[9]. Korsanlık faaliyetleri de 1856 Paris Barış Konferansı sırasında 16 Nisan 1856’de 55 devlet tarafından  ilan edilen bir bildiri ile yasaklandı[10].

Korsanlık yasaklanmakla birlikte, deniz ticaretinin güvenliği her zaman sağlanabildi mi?

Bu yazının konusu da böyle bir olayın arşiv belgelerine yansıması. Bir Yunanlı kaptanın bir Fransız tüccarının malları ile ortadan kaybolması. Bu durum, dolayısı ile konsolosları ve donanmaları da işe karıştırmış ve egemen devlet olan Osmanlı İmparatorluğunun olayı araştırmak üzere memur görevlendirmesine neden olmuştur.

Şimdi olayı Osmanlı arşiv belgelerinden izleyelim:

Olay, İzmir, Sakız, Sisam ve İpsara arasında geçmektedir.

Fazlullah Firkateyni başbuğu Ahmed Bey’in[11] 22 Muharrem 1258/5 Mart 1842 tarihli jurnaline göre; bir Fransız tüccarı malı olan ipek ve yapağıyı Fransa’ya gitmek üzere Selanik’ten Yunan uyruklu kaptan Varlu ve Yani Kasata ve diğer dört kişinin gemisine yüklemişti. Fakat kaptan, gemisine yüklenen ipek ve yapağıyı İpsara adasına götürerek burada satmış gemisini de batırmıştı. Yunan kaptan tutuklanmış ve İzmir’deki Yunan konsolosu tarafından Şira’ya gönderilmiş, Ayvalık’ta bulunan kardeşinin de yakalanacağını ve Şira’ya gönderileceğini haber alan Kaptan, buradan kaçarak İpsara’ya gelmişti. Kaptanın İparasa adasına kaçtığı İzmir’deki Yunan konsolosu tarafından ihbar edildi. Bu olaylar Aydın Eyaleti Valisi Mehmed Said Paşa’ya Fransa’nın İzmir konsolosu tarafından aktarılarak, Validen fırkateynin İpsara adasına gönderilerek kaçakları yakalaması ya da fırkateyn kumandanının Fransız vapuru ile gitmesi teklif edilmiş, buna karşılık Said Paşa tarafından Osmanlı hükümetinin izni olmaksızın ne fırkateyni ne de kumandanını gönderemeyeceği cevabı verilmişti[12].

Bu arada, olayın geçtiği tarihte henüz Aydın Vilayeti kurulmamış olmakla beraber, merkezi Aydın olan Aydın Eyaletine vali olarak atanmış olan Said Paşa, İzmir’i merkez olarak seçmiş ve burada oturmuştu. Osmanlı hükümeti tarafından olayları soruşturmakla görevlendirilen Mehmed Salih Paşa da Said Paşa’nın defterdarı görevini yerine getirmekteydi. İzmir’in eyalet/vilayet merkezi oluşu Said ve Salih Paşa’lar zamanında yaklaşık iki yıllık bir süreyi kapsamaktadır. İzmir’in kesintisiz olarak vilayet merkezi haline gelmesi 1850 tarihinden itibarendir[13].

Aydın Valisi Said Paşa’nın bu cevabı karşısında Urla’da bulunan Fransız Donanması Amirali, maiyetinde bulunan bir vapuru kaçakları yakalamak üzere Sakız adasına gönderdi. Giden gemi, Kaptanı Mösyö Kotoyi olan Aşeron (Acheron) gemisiydi. Fransız amiralin İstanbul’da bulunan Fransız Elçisi (o sıralarda orta elçi unvanını taşımaktaydı) François-Aldolphe Bourqueney’ye gönderdiği mektupta, Yunan kaptan Varlu’nun “vatan-ı aslisi olan ve sekene ve ahalisi bu makule gasb ve sirkat ve haydutlukla geçinmekte bulunan İpsara adası”nın 400-500 civarı nüfusu bulunduğu, halkın “nizamsızlık” içinde olduğu, ada arazisinin verimsiz ve tarıma uygun olmaması nedeniyle halkın hırsızlıkla geçinmekte oldukları bildirilmekte ve Osmanlı İmparatorluğunun bu konuda tedbir almasının son derece önemli olduğu bellirtilmekteydi.

Amiral, Acheron kaptanının yanına Sakız adası müdürü tarafından dört adam verildiğini ve Kaptan Varlu ve suç ortaklarının yakalandıklarını, üzerlerinden 22.000 kuruş para çıktığını ve ellerinden alındığını mektubunda yazmaktadır. Bu yakalama olayı sırasında bazı güçlüklerle de karşılaşılmıştır. Bu güçlükler, kaptanın bazı uygun tedbirleri ve güç kullanması ile aşılmıştı[14].  Amiralin elçisine gönderdiği mektupta açıklamadığı bu tedbirler ve üstü kapalı geçtiği güç kullanımının açıklamasını ise Fazlullah fırkateyninin kumandanı Ahmet Bey jurnalinde açıklamaktadır.

Ahmet Bey’in jurnaline göre, Fransız amirali, Sakız adasından yanına verilen 5 Müslüman ile İpsara adasına geldiğinde, ahaliden hırsızları soruşturduklarında bu kişilerin orada olmadığı cevabını almışlardı. Amiral ise kaçakların burada olduğunu bildiklerini kendilerine teslim edilmez ise başka türlü muamele edileceğini söylemiş, ada halkı ise korkmayıp mücadele edeceklerini ve sonucun kötü olabileceğini kendilerine bildirdi. Hırsızların yakalanması için Amiral tarafından bir firkateyn, bir korvet ve bir birik adaya gönderilmişti. Ada halkına tekrar sorulduğunda bilmeyiz diyerek kaçaklar teslim edilmediğinden, limanda bulunan beş altı kayık batırılmış, yine teslim edilmediklerinden ada halkının evlerine sekiz on pare top atışı yapıldı. Birkaç hane top atışı ile yıkılmakla birliktei can kaybı olup olmadığı konsunda Ahmet Bey’in bilgisi bulunmuyordu. Ada Fransız filosu tarafından topa tutulduktan sonra, kaçakların dağlık araziye kaçmış oldukları ada halkı tarafından bildirildi. Bunun üzerine Fransız askerleri karaya çıkıp Kaptan ve dört adamını yakalayarak Urla’ya getirdiler.Diğerlerinin yakalanması için bir birik İpsara’da bırakıldı. Amiral, Fransız vapuru ile kaçakları 1 Mart 1842’de İzmir’e getirdi, Yunan uyruklu olmaları nedeniyle Şıra’ya gönderildiler.

Bu olaylarla ilgili olarak Fazlullah Firkateyni başbuğu Ahmet Bey’in gönderdiği jurnalde yazanlar ile Fransız filo amirali tarafından Fransız Büyükelçiliğine gönderilerek Babıâli’ye iletilen mektupta olayın gelişimine ilişkin anlatılanlar arasında uyuşmazlık bulunduğundan, İzmir’de ortaya çıkan bir başka olayı soruşturmakla görevli olarak İzmir’e gönderilmiş bulunan Tevfik Bey’in ifadesine başvuruldu.

 Tevfik Bey’in verdiği ifadede Fransız amiralin güç kullanmak yoluyla kaçakları yakaladığı anlaşılmakta birlikte, Sakız adasının yönetimi Meclis-i Vâlâ-yı Ahkam-ı Adliye kararı gereğince Tersane-i Âmire’ye bağlandığından, konuyla ilgili soruşturmanın Kapudan Paşa’ya bırakılmasına Meclis-i Vükela (Bakanlar Kurulu)’da karar verildi[15].

Sonuç

Son zamanlarda sık sık söylendiği üzere “Coğrafya kaderdir”. Ege Denizi bir adalar denizidir. Genellikle çıplak boş kayalık alanlar olan adalar, üzerinde yaşayanlara hayatlarını sürdürecek verimli bir toprak vermez. Adaların etrafını çevreleyen deniz ise verimlidir. Bu nedenle adalarda yaşayanlar ekmeklerini denizden çıkarmak zorundadırlar. Bu balıkçılık olduğu gibi, daha da fazla olarak denizleri bir ulaşım ağı olarak kullanarak ticaret yapmaktır. En eski çağlardan beri, Ege Denizini çevreleyen iki yaka ve adalar deniz ticaretinin gerçekleştiği ve yüksek uygarlıkların kurulduğu yerler olmuşlardır. Ticaretin yasal yolları gibi, yasadışı olanı da elbette görülmüştür bu sularda. Kolay kazanç elde etmek her zaman cazip gelmiştir. Belgelere yansıyanlar, yapılan araştırmalar deniz haydutluğunun adalarda yaygın olduğunu gösteriyor. Fakat 19. yüzyılda devletlerin gelişen ticareti koruyup kollamak için, yol ağlarının güvenliğini sağlamayı bir zorunluluk olarak görmeleri artık korsanlığa izin vermemeyi gerekli kılıyordu. Popüler kültürün ünlü “Karayip Korsanları” filminde de görürüz bunu. Artık korsanlığın ve korsanlığın devri kapanmaktaydı.

İzmir’e gelince: İzmir, bir ticaret limanı olarak giderek önem kazanmasına karşın, yönetsel açıdan bu önemine uygun bir yönetim merkezi olmadı. Bölgenin yönetim merkezi olarak öne çıkan Manisa ve Tire’nin arkasında kaldı. Yönetim boşluğunu dolduranlar ise, İzmir’e ticaret amacıyla yerleşen levanten tüccarlarının çıkarlarını koruyan konsoloslar oldu. Yabancı konsoloslar ve onlarla ticari işbirliği içinde olan İzmir’in ayan ve eşrafı İzmir’in yönetiminde söz sahibi oldular. 1841-43 arası Sait Paşa’nın Aydın  Valiliğinin merkezini İzmir’e taşıması doğru bir karardı. 1843 sonrası merkez tekrar Aydın’a taşınmakla birlikte bu geçici bir durum olmuş, 1850’den sonra İzmir, bu kez kalıcı olarak, Aydın Vilayetinin merkezi haline gelmiştir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 


[1] Şerafettin Turan, Türkiye-İtalya İlişkileri I Selçuklular’dan Bizans’ın Sona Erişine, İstanbul, Metis Yay. 1990.

[2] Ayrıntılar için bkz. Daniel Goffman, İzmir ve Levanten Dünya (1550-1650), İstanbul Tarih Vakfı Yurt Yay., 1995.

[3] Fatma Şimşek, “19. Yüzyılın İkinci Yarısında Cezayir-i Bahr-i Sefid Vilayetinde Kaçak Gemi Yapımı”, Belleten, LXXXIII/296( 2019), 205.

 s.

[4] Fatma Şimşek, s. 214.

[5] Fernand Braudel, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, İstanbul, Eren Yay., 1990, C.2, s.147.

[6] Şenay Özdemir, “Osmanlı Sularında Yabancı Devletlerin Korsanlığı Karşısında Osmanlı Devleti’nin Tarafsızlık Konumu”, Tarih Araştırmaları Dergisi,  23/36 (2004), 189-190.

[7] Braudel, a.g.e., C.2, s.147.

[8]  Bülent Kayhan, İzbandutlar, Google Books, İlk Yayınlanma Tarihi: 4 Mart 2021, s. 27.

[9] Kayhan, a.g.e., s.60.

[10]https://en.wikipedia.org/wiki/Paris_Declaration_Respecting_Maritime_Law; ayrıca bk.  Charles H. Stockton, “The Declaration of Paris”, The American Journal of International Law, Vol. 14, No.3(Jul. 19209, 356-368.

[11] Fazlullah Firkateyni, Osmanlı-Rus Savaşı sırasında 1829’da ele geçirilen Rus fırkateyni Rafail idi. 30 Kasım 1853’te Sinop Baskını sırasında Ruslar tarafından ateşe verilerek batırılan Osmanlı filosunda bulunuyordu. Kaptan Kavaklı Ahnet Bey’in baskın sırasında gemisini terk ederek kaçtığı iddia edilmektedir:Yaşar Tarakçı, “Sinop Deniz Savaşı 20 Kasım 1853-6”, https://www.vitrinhaber.com/sinop-deniz-savasi-30-kasim-1853-6-makale,544.html. Erişim tarihi: 11.04.2021.

[12] BOA. İrade (Dahiliye), 2717.

[13] Aysun Sarıbey, XIX. Yüzyılın  İlk Yarısında Aydın’da Yönetim, Adnan Menderes Ü. Yüksek Lisans Tezi, 2006, s. 95.

[14] BOA, İrade (Dahiliye), 2717.  Fransız amiralin 3 Mart tarihli mektubunun çevirisi.

[15] BOA İrade (Dahiliye), 2717. Arz Tezkeresi