Kültür&Sanat Haber Girişi : 05 Mayıs 2021 18:30

Belgeselci gözü ile İzmir:

Belgeselci gözü ile İzmir:

Belgeselci gözü ile İzmir:

Bu yazıda, toplumsal bellek, kentsel bellek ve belgesel sinema bağlantısına ilişkin bir çerçeve geliştirmeye çalışacağım. Bu çerçeve hem sinemacı kimliğini kurmak hem de birçok disiplinin ortak kavramı olan toplumsal ve kentsel bellek konusunda kendimize bir sınır çizmek için gerekli. Yoksa kolayca, örneğin toplumsal belleğin, tarih disiplini içine giren bir parçasında, sınırlarımızı aşıp ahkam kesebiliriz.  Başlarken, tarih bilimiyle, toplumsal bellek arasında birtakım farklılıklar olduğunu belirtelim: tarihsel bilgi olaylar ve olguların kanıtlara bağlı olarak belirli bir metodoloji çerçevesinde incelenmesiyle ortaya çıkar. Toplumsal belleğin oluşumunda böyle bir bilimsel ve metodolojik süzgeç söz konusu değildir. Dolayısıyla toplumsal belleğe ait olgusal yargılar tartışmaya açıktır ve üstelik egemen ideolojinin bu bellek üzerinde etkisi, son derece temkinli olayı gerektirir. Tarih yazımı toplumsal belleğin kaynaklarından sadece birisidir. Asıl olarak toplumsal bellek, herhangi bir olgunun, tarihsel bir formasyonun bütününün içinden geçtiği dolayımlarla oluşur. Yani belli bir zaman, belli bir mekânda ki ideolojik atmosferden kırılıp gelir. Artık olgu, kendi sınırları dışında algısal bir kabukla çevrelenmiştir. Ekonomi gibi temel ve din, kültür, siyaset gibi daha kapsayıcı alanlar yanında, sinema gibi sanatsal üretimler de toplumsal belleğin oluşmasında önemli rol oynayabilir. Günümüzde televizyon ve özellikle internet üzerinden yayılan üretimler, toplumsal belleğin oluşmasının en önemli ve etkin araçlarındandır. Göç olgusu bunu açıklamak için iyi bir örnek olabilir: Gerek Yunanistan gerekse Türkiye’de göç üzerine tarihçi ve sosyologların birçok çalışması var. Bizim de bu konularda yaptığımız filmler var, uzman desteği almayı çok önemsedik her zaman. Ama herkesin de malumu olduğu gibi bahse konu ulusların ideolojik atmosferinin içinde bu konuyla ilgili çok fazla algı, kanı yer alır. Oktay Gökdemir’in danışmanlığında hazırladığımız “İzmir 1922 “filminde dönem tanığı İzmirli bir Rum ve Türk’ün aynı olayı nasıl farklı algıladığını görebiliriz.

 

PANTELİS KAPSİS

Sabah sisleri dağılmıştı ve özgürlüğün güneşi İzmir Körfezinin denizini aydınlatıyordu. Işınları Metropolitin tacında pırıldıyordu. Hirsisostomos, imparator rütbesindeki din adamlarına özgü giysisi üzerinde, yanı başında ona bağlı din büyükleri ve Yönetici Yaşlılar Kurulu üyeleri, Avcılar kulübü önündeki rıhtım bölümünde, özgürlük getiricileri kutsamak için bekliyordu.1/38 Evzon alayının erleri karaya çıkmaya başladılar. En önce sancak, onu alayın komutanı Yarbay D.Staurianopoulos izliyor. Benzi o kadar solgun ki, sanki kanı olmayan bir insan gibi; o kadar heyecanlı ki başı dönüyormuşçasına sallanıp duruyor.

Metropolit yaklaşıyor ve etkileyici bir ses tonu ile onu kutsuyor;

  • Tanrı adına gelen kişi kutsanmış ola…

LAMİA ÖZDEMİR

Yunanlılardan. Efsun askerleri o püsküllü ayakkabıları falan vardı, kısa pantolon giyerlerdi, mavi beyaz. Zaten Karşıyaka’da bütün sokaklar, bütün yollardaki ağaçlar hepsi mavi beyaz olmuştu. Ve bayrak bizim mahzenlerde yeri, toprağı kazar içine saklardı büyükannem. Biz arada sırada çıkarır bayrağı görür, öper gene kapardık torbayı.

“Atıfta bulunduğu bir alan olmadan bir ideoloji nedir…Dini bir ideolojiden ne kalırdı…eğer bazı yerlere dayanmasaydı: Kilise, sunak, kutsal alan?” (sy. 44 “The Production of Space” Henri Lefebvre, çeviren H. ve Nicholson-Smith, D. (1991). Blackwell: Oxford.)

Lefebvre kitabının başka bir yerinde de “Belleğin oluştuğu kentsel mekansa, fiziksel olduğu kadar toplumsal bir üretimdir” der. Bu iki cümle bizi toplumsal belleğin içinde oluştuğu kente, buradan da kentsel belleğe götürür. İşte görsel bir sanat olan, ama sinemanın diğer türlerine göre belki bilimle daha yakın bir ilişkisi olan, belgesel sinema bu toplumsal bellekle bilim arasında bir sarkaç gibi gidip gelir.

Belgesel sinemanın kendisi, toplumsal belleğin bir parçası olarak, aynı tarihsel dönemde farklı toplumsal belleklerle yüz yüzedir. Örneğin İzmirli bir Türk’ün toplumsal belleğinde ki “İzmir’in Kurtuluşu”, bir Rum’un kinden oldukça farklı olacaktır. İşte belgesel sinema önce toplumsal bellekle hesaplaşmalı, kendi sınırını çizmelidir.  Unutulmamalı ki bellek aynı zamanda toplumsal denetimi sağlayan hegomonik bir araçtır. Bir belgeselci bu anlamda yerini belirlemeli, yaptığı filmlerle “Karşı bellek”in oluşturulması ya da “olanın sürdürülmesi”ne katkısı olacağını unutmamalıdır. Ancak bunun ardından örneğin tarihle, sosyolojiyle ilişkisini, uzman tarihçiler, sosyologlar üzerinden kurmalıdır.

Bu ilişkinin gerçekleştiği fiziksel alan kentken, kent belleği de bu alanın içinde belgesel sinemanın var olmasının bir yoludur. Yani eğer her kentin bir “ruh”u varsa, bu ruh belleğin mekâna yansımasıdır ve belgesel sinemacı anlattığı hangi konu olursa olsun, arka planda hep o ruhu arar. Örneğin İzmir yemekleri belgeseli yapıyorsa, boyozcuları da anlatır, ünlü bir boyozcunun yer aldığı cadde eskinin Frenk sokağıdır, boyoz bir Musevi çöreğidir. Kentin tarihinin bugüne aksettirdiği çok kültürlü yapı mutlaka filme bir yerden başını uzatıverir. Burada belgesel sinema sadece kentle mi ilgilidir sorusu gelir belki okuyucunun aklına. Ayrı bir tartışma olmakla birlikte bir örnekle kısaca yanıt verelim: TRT Belgesel Kanalı için “Beşik ve Ninni Belgeseli”ni yapmak üzere kentler kadar köylerde de çalıştık.  Ama hep bir kentli olarak ve elimizdekilerle kente dönüp, kentti yeniden yorumlamak, kurmak için. Belgesel sinemanın içinde yeşerdiği, var olduğu mekân öncelikle kenttir.